Merhabalar! Aşağıda geçtiğimiz ay yayımlanan yapıtları ilginize sunuyoruz. Geri bildirimlerinizi, gözden kaçırdıklarımızı ve katkılarınızı hfsgundem@gmail.com adresine bekliyoruz.
Geçtiğimiz Ay: Nisan 2025
Yayınlar
Kitaplar
Hobbes, Thomas: Hukukun Unsurları, çev. Ayşe Çevik, 1. bs, Fol Kitap, 2025.
Ünlü İngiliz filozof Thomas Hobbes’un erken dönem başyapıtı olan Hukukun Unsurları, modern siyaset felsefesinin öncülerinden birinin düşünce dünyasına açılan etkileyici bir kapı görevini görmeye bugün de devam ediyor.
Felsefi titizlikle kaleme alınmış bu eser, bir yandan insan doğasının tutkularını, arzularını ve aklın yönlendirici gücünü irdelerken, diğer yandan bireyden topluma, kargaşadan düzene uzanan bir dünyanın zihinsel haritasını sunuyor.
Hobbes, doğa durumunun acımasız gerçekliğini ve buradan doğan siyasal otorite ihtiyacını nesnel ve çarpıcı bir üslupla ele alıyor ve sözleşme kuramının temel taşlarını ilk kez bu metinde döşerken, okurlarını yerleşik düzenin kaynağı ve meşruiyeti üzerine düşünmeye de çağırıyor.
Her satırıyla okuru toplumun, adaletin ve siyasetin temelleri ve geleceği üzerinde düşünmeye sevk eden bu klasik, çağdaş siyaset biliminin ve etik düşüncenin öncü metinlerinden biri olma özelliğini koruyor.
Kaboğlu İbrahim Ö., (ed.): Cumhuriyetin 100. Yılı Anayasa Armağanı, 1. bs, İstanbul, Legal Yayıncılık, 2024.
“Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” tanımı, Cumhuriyetin üç Anayasasının ortak paydasıdır. Bu ortak paydalarda karşın, Cumhuriyetin niteliklerini öngören madde 2 ise, her üç Anayasa’da farklılaşmaktadır:
-Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ve Değişiklikleri: “Türkiye Devletinin dini, din-i İslamdır.” (Bu tanım, 10 Nisan 1928 Değişikliği ile maddeden çıkarıldı). 5 Şubat 1937 Değişikliği ile şu tanım öngörüldü: “Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, halkçı, Devletçi, Laik Ve İnkılapçıdır.” (md.2).
1961 Anayasası: “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” (md.2).
1982 Anayasası: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir” (md.2).
Anayasa Armağanı, Cumhuriyetin Niteliklerine ilişkin olup, sırasıyla 1937’de, 1961’de ve 1982’de yazılan 2. Maddelerin ortak paydalarını eksen almaktadır. Bu çerçevede, insan hakları, hak ve özgürlükler, laiklik, hukuk devleti, sosyal devlet, milliyetçilik ve yurttaşlık, bilimsel olarak üç açıdan inceleme konusu yapılmaktadır: anayasal ve yasal düzenlemeler, yargı kararları ve uygulama.
Cumhuriyet’in ilk yüzyılına veya yakınına tanıklık eden fikir insanları ile yapılan söyleşiler ise, ortak yapı zenginlik katmaktadır.
İlk yüzyılın kazanımlarını yansıtan Armağan’ın, 2. Yüzyılda “insan haklarına dayanan laik ve demokratik Cumhuriyet” evrimine katkıda bulunması dileğiyle.
Kemal Paşazade Said, Cebrail Gregor: Hukuk-ı Düvel - Devletler Hukuku Alanında Yazılan İlk Türkçe Eser, ed. Esma Nur Topcu, 1. bs, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2025.
19. yüzyıl, hem hukukun hem de hukukçuluğun dönüşüm geçirdiği gerçek bir değişim yüzyılı idi. Osmanlı İmparatorluğu, belki de bu dönüşümün en çarpıcı örneklerini sunuyordu. Yüzyılın son yarısında, birden fazla yabancı dil bilen ve hem iç hukuk hem uluslararası hukuk alanında uzmanlaşmak için devletten teşvik gören yeni bir entelektüel sınıfı, Osmanlı bürokrasisinde istihdam edilmek üzere yetiştirilmekte idi. Bu isimler, geleneksel Osmanlı ulemasından usul, üslup ve muhteva bakımından ayrışan eserler kaleme alacaklardı. "Hukuk-ı Düvel" eserleri de, bu bağlamda telifine başlanılan uluslararası hukuk metinleri idi. Kemal Paşazade Said ile Cebrail Gregor imzası taşıyan Hukuk-ı Düvel isimli eser, daha önce bu alanda bazı tercüme eserler okuyucuya sunulmuş olsa da, Osmanlı topraklarında ve Türkçe olarak kaleme alınan ilk uluslararası hukuk eseri kabul edilmektedir. Kemalpaşazade Said'in Mekteb-i Fünun-ı Mülkiye'de verdiği devletler hukuku derslerine ilişkin notların kitaplaştırılması ile ortaya çıkan bu eser, devletler hukukunun tarifini, tarihini, kısımlarını ve kaynaklarını ele alan bir giriş bölümünü müteakip, barış zamanı devletler hukuku ile savaş zamanı devletler hukukunu inceleyen iki ana kısımdan oluşmaktadır. Elinizde tuttuğunuz çalışma ile bu eser günümüz harflerine aktarılmış, orijinalliğine zeval getirmemeye itina gösterilerek sadeleştirilmiş ve yeniden okuyucunun istifadesine sunulmuştur.(ARKA KAPAKTAN)
Marmor Andrei, Kimberley Brownlee, David Enoch, (ed.): Engaging Raz: Themes in Normative Philosophy, 1. bs, Oxford University PressOxford, 2025.
Abstract
Joseph Raz (1939–2022) was a towering figure in late twentieth-century and early twenty-first-century analytical philosophy. His work in moral, political, and legal philosophy profoundly influenced the discipline, informing debates about practical reasoning, value theory, foundations of liberalism, personal autonomy, perfectionism, the nature of authority, theories of rights, free expression, multiculturalism, the nature of promises, the rule of law, toleration and pluralism, and the nature of law, among others. This collection—the product of two highly selective, international conferences held in Raz’s honor soon after his passing—pays tribute to Raz’s enormous influence in moral, political, and legal philosophy. The collected essays all engage with Raz’s work, but not necessarily as critiques or interpretations of his work. The collection is a testament to Raz’s impact, direct and indirect, on a wide range of philosophical issues and on a large and diverse set of philosophical communities.
Özdemir, Elif: Yeni Osmanlılar Hareketinin Devlet ve Hukuk Anlayışı, 1. bs, Adalet Yayınevi, 2025.
Bu çalışmada, meşrutiyete giden süreçte yazdıklarıyla Osmanlı efkâr-ı umumiyesini şekillendiren hem kendi dönemlerine hem de sonraki nesillere önemli tesirlerde bulunan Yeni Osmanlılar hareketi ve bu hareketin önde gelenleri olan Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi gibi münevverlerin devlet ve hukuk görüşleri konu edilmektedir.
Selçuk, Sami: Doğru Hukuka Doğru Yargılamaya Dönelim;Yitik Hukukun Göçüğü Altında Ezilmelerin Öyküsü, İmge Kitabevi Yayınları, 2025.
Bilim başka, uygulama başka veba mikrobunu yok ederek en doğru yol gösterici bilimdir ilkesine sımsıkı sarılarak, bütün hukuk uygulamamızı bilimin ışığında gözden geçirmek zorundayız.
Bunun için ise, her şeyden önce elbette her hukuk dalının dogmatiğini iyi öğrenmek ve sindirmek, özümsemek, sonra da bu hukuk dogmatiğinin ışığında o dalın dogmatik hukukunu yansıtan yasaların düzgülerini (norm) irdeleyip bilimin ışığında değerlendirerek uygulama yapmak zorundayız.
Prof. Dr. Sami Selçuk
Eski Yargıtay Birinci Başkanı
Makaleler
Balı, Onur, Nesip Demirbilek, Hasan Demirtaş: “Üniversitelerde Sosyal Adalet Algısı Ölçeğinin Geliştirilmesi: Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması”, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi, C. 44, No: 2, 2024, s. 825-847.
Öz
Bu araştırmanın amacı, üniversite öğrencilerinin öğrenim gördükleri üniversitelere yönelik sosyal adalet algılarını ölçmeyi amaçlayan, geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı geliştirmektir. Araştırmanın verileri Bingöl Üniversitesi’nde öğrenim görmekte olan önlisans ve lisans öğrencilerinden elde edilmiştir. Araştırmada açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri için iki farklı örneklem grubu kullanılmıştır. Araştırmanın birinci örneklem grubunda 602 öğrenci, ikinci örneklem grubunda ise 591 öğrenci bulunmaktadır. Yapılan açımlayıcı faktör analizi sonucunda, 25 madde ve üç faktörlü bir yapıya ulaşılmış ve bu yapının sosyal adalet algısına ilişkin varyansın yaklaşık %71’ini açıkladığı tespit edilmiştir. Doğrulayıcı faktör analizi sonucunda ise, üç faktörlü yapıya ilişkin ulaşılan model uyumu değerlerinin kabul edilebilir ve iyi düzeyde olduğu (x2 /sd = 3.942, p = .000, RMR = .08, SRMR = .04, GFI = .91, AGFI = .88, NFI = .94, NNFI = .95, CFI = .95, RMSEA = .06) tespit edilmiştir. Üç boyutlu yapıya ilişkin ulaşılan Cronbach’s Alpha iç tutarlık katsayıları ise, ölçeğin eşitlik, adalet ve destekleme alt boyutları için sırasıyla .93, .94 ve .88 olarak, ölçeğin tamamı için ise .96 olarak tespit edilmiştir. Araştırma bulgularından hareketle, “Üniversitelerde Sosyal Adalet Algısı Ölçeği’nin”, üniversite öğrencilerinin öğrenim gördükleri üniversitelere yönelik sosyal adalet algılarını ölçmede kullanılabilecek, geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Başar, Cansu Koç: “Monarşi̇ Dönemi̇ Düşünürleri̇ni̇n Ti̇ranlik Eleşti̇ri̇si̇: Machi̇avelli̇, Bodi̇n ve Hobbes”, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 15, No: 1, 2025, s. 41-73.
Öz
Bu çalışmada monarşi dönemi düşünürlerinden Niccolo Machiavelli, Jean Bodin ve Thomas Hobbes’un siyasal düşünceleri çerçevesinde tiranlık kavramı ve tiranlığın önlenmesi için önerilen mekanizmalar incelenmektedir. Çalışmada, Machiavelli’nin gücün stratejik kullanımına yaptığı vurgu, Bodin’in hukuki soyutlamaya yönelik görüşleri ve Hobbes’un toplum sözleşmesi kuramı üzerinden monarşi dönemi düşünürlerinin tiranlık eleştirileri ve tiranlığın önlenmesi için gerekli gördükleri mekanizmaların tartışılması amaçlanmıştır. Bu bağlamda Machiavelli, Bodin ve Hobbes’un görüşleri incelenip karşılaştırmalı analiz yoluna da başvurularak otoriterleşme ile tiranlık riski arasındaki sınırların okuması yapılmıştır. Çalışmada yapılan analizler, sözü edilen düşüncelerin meşruiyet, hukuk devleti ve siyasal iktidarın sınırları konusundaki güncel tartışmalar için hâlâ dikkatle okunmaya değer olduğu kanaatini ortaya çıkarmıştır.
Coşar, Muhammed Mustafa: “Evrensel İnsan Hakları Standartlarını ‘Çeşitlilik’ Anlayışıyla Yorumlama ve Kültürel Rölativizm”, Adalet Dergisi, No: 74, 2025, s. 655-673.
Öz
Uluslararası insan hakları hukukunun evrensel düzeyde uygulamasının geçerli kaygılara yol açtığı bilim insanlarınca ifade edilmektedir. Kültürel rölativizmi savunanlarca sunulan etik eleştiriler, evrensel insan hakları teorisinin uygulanmasında en çok tartışılan hususlardan biri olarak kabul edilmektedir. Makale, hem evrenselci hem de rölativist görüşlere ilişkin endişeleri ve evrensel insan hakları teorisiyle birlikte uygulamaları dikkate alarak dinamik ve etkili yeni bir sürece olan ihtiyacı vurgulamaktadır. Öte yandan makale, evrensel insan hakları teorisi ile kültürel rölativizm perspektiflerini açıklayarak, taraflar arasındaki diyaloğun önemini ortaya koymaktadır. Bunun etkisiyle, kültürel rölativistler tarafından öne sürülen rölativist gerekçelendirmeye ağırlık verilmesi gerektiği görüşü de değerlendirilmektedir. Devletin ve sivil toplumun, insan hakları ihlallerine ilişkin uygulamalara, adaletsizliğe işaret eden görünümlere, ihlal edilen hakların telafi edilmesine yönelik olarak iç dinamiklerin ne derecede eyleme geçmesi gerektiğine de değinilmektedir. Yine, evrensel insan hakları teorisinin standart bileşeni olarak görülmesi gereken kültürel rölativist görüşünün bu eylemlerdeki yeri incelenmektedir. Buna göre, makale, akademisyenlerin görüşleri ve kültürel açıdan farklı toplumlarda insan hakları uygulamalarına ilişkin Avrupa Konseyi kılavuzu ışığında bu hususları incelemektedir.
Çalıcı, Elif Can: “‘Ne güçlü devletim var’: Adalet saraylarında geçmiş, tahakküm ve aldatma”, Toplum ve Bilim, No: 171, 2025, s. 26-49.
Öz
Bir şeye “ideolojik” yakıştırmasını yaparken pek çok kavramsal çerçeveden yardım almak mümkündür. Frankfurt Okulu'nun ideolojiyi görünüş ile gerçeklik arasında bir mesafeye dikkat çekerek kavramsallaştırması ise, bize Eleştirel Teori'yi verir. Örneğin “geçmiş”e Benjamin eşliğinde bakmak, hatırlama işinin hem nostaljik hem de devrimci bir biçimde yapılabileceğini gösterir. "Tahakkim”e Marcuse eşliğinde bakmak, birbiriyle çelişen birtakım kültürel içeriklerin bir arada kolaylıkla durabilmesine şaşırmamamızı sağlar. “Aldatma“ya Lowenthal eşliğinde bakmak, ajitasyonun hedef kitlenin eğilimlerini yansıtma becerisi olduğunu hatırlatır. Bu çerçeveden ilham alan çalışma, Türkiye'de 2000'li yıllardan itibaren inşa edilen adliyelerde Osmanlı veya Selçuklu dönemlerini referans alan mimari özelliklerin nasıl bir anlamı olabileceğini soruyor. Adliye binalarının adalet saraylarına dönüşümüne Eleştirel Teori ile bakış, adliyelerin yolunun bir adalet fikrinden geçmediğini, daha ziyade bir duygu siyaseti biçimi olan tarihsiciliğin dolayımından geçtiğini görmeyi sağlıyor.
Değirmenci, Rıdvan: “Hegel’in Hukuk Felsefesinde Özgürlük ve Kodifikasyon”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, No: 62, 2025, s. 167-186.
Öz
Hegel, Hukuk Felsefesinin Temel Prensipleri (Grundlinien der Philosophie des Rechts) adlı eseriyle özgürlük ve hukuk arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Bireyin sivil toplumda özgürce eyleyebilmesi için devleti zorunlu bir müessese olarak tanımlayan Hegel, devletin doğası hususunda doğal hukukçu kuramcılardan ayrılır. Hegel’e göre devlet, yalnızca doğal haklarımızı sınırlandıran bir görev ifasıyla açıklanamaz, devlet özgürce eylemeyi mümkün kılar. Bu itibarla edilgen ve ikincil konumda olmayıp, aile, sivil toplum ve devlet olmak üzere üç kısımda incelediği etik alanın (Die Sittlichkeit/etik yaşam) parçası olmakla, mübadele ve ihtiyaç giderilme alanı olan sivil toplumu özgürlük perspektifinden düzenler. Bu amaçla Hegel, düzenlemenin temel aracı olarak kanun ve kanunlaştırmanın işlevi hususunda incelemelerde bulunur. Hegel Hukuk Felsefesinin Temel Prensipleri adlı eserini yazmadan birkaç yıl evvel Thibaut ve Savigny arasında kanunlaştırmaya dair tartışmanın temel argümanları oluşmuştu. Hegel, özgürlük ve devlet otoritesi geriliminde kanunların kaynağı ile işlevine ve kodifikasyon sürecine her ikisinden farklı yaklaşmaktadır. Hegel’e göre kodifikasyon modern toplumu barbar toplumdan ayırır. Bir kanunun kötü ve eksik düzenlenmesi onun hiç düzenlenmemesine kesinlikle tercih edilmelidir. Öte yandan bu düzenleme yapılırken bir toplumun kanun yapabilme becerisi elinden alınmamalı, onun bu beceriyi ağır aksak da olsa kullanabilme imkânı oluşturulmalıdır. Böylelikle toplum içinde yaşayan bireyler kanunları anlayarak, eleştirerek, haklarını arayarak uygulanmasını sağlayacak ve özgürlüklerini koruyabilecektir. Bu anlamda Hegel’in yaklaşımının Thibaut ve Savigny’den farklı olduğu ifade edilebilir.
Demir, Mustafa: “15. ve 16. Yüzyıl Osmanlı Tarihçilerinin Eserlerinde Padişahın Meşruiyeti Meselesi”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 24, No: 2, 2025, s. 735-753.
Öz
Egemenliğin halkın elinde olmadığı monarşi ve benzeri yönetimlerde hükümdarlar yönetme erklerini dayandırdıkları bazı araçlara ihtiyaç duyuyorlardı. Meşruiyetlerini dayandırdıkları temel olgu, güçlerini kutsala bağlamaktı. Bunu gerçekleştirmek için bazen büyücülerin, kahinlerin öngörülerini, bazen rüyaları, bazen ise bir din adamının onayını kullandılar. Kimileri kendilerinde doğa üstü güçler olduğuna da inanıyordu. Bazıları için savaşta elde edilen başarılar meşruiyetlerinin deliliydi çünkü zaferler seçilmişliklerine işaret ediyordu. Bu makale Osmanlı padişahının, 15. ve 16. yüzyıl Osmanlı tarihçilerinin eserlerinde benzer kavram ve anlatılarla meşrulaştırılma çabasına odaklanmaktadır. Rüya anlatıları, padişahı tanımlamak için kullanılan İslami hükümdarlık teorisinden kaynaklanan halifetullah, zillu’llah vb. kavramlar ve padişahın kutsal ve kabul görmüş soy ağaçları bu bağlamda değerlendirilmiştir. Bu eserlerde yer alan rüya anlatıları, İslam’ın rüyaya verdiği değerin bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerek Osman’ın rüyası gerekse Ertuğrul’unki hem kutsal bir nesebe hem de soyun kutsal bir dokunuşla muştulanmasına işaret etmektedir. Osman’ın soyunun Kayı üzerinden Oğuz’a oradan da Nuh Peygamber’e bağlanması soyun kutsiyetine atıf yapmak, Türk beyleri arasında yönetmeye en layık olanın Osmanlı olduğunu ima etmek içindir. Zillu’llah, halifetullah, mehdi vb. kavramlar İslam Hükümdarlık telakkisinden neşet etmiş ve padişahın meşruluğunun göstergesi olarak kullanılmıştır. Osmanlı kronik yazarlarında padişahın meşruiyetini destekleyecek araçların, üç ayrı çerçevede ele alınmasıyla, ortaya çıkan nihai sonuç, tüm bu hikayelerin dönüp dolaşıp kesiştikleri noktanın padişahın seçilmişliği olgusu olmasıdır. Bunun rüyalar üzerinden, İslami hükümdarlık teorisinin kavramları üzerinden ya da soy üzerinden gerçekleştirilmesi anlatıcının kendi ideolojik dünyası, çevresel politik yaşamı, aldığı eğitim, eserin sunulacağı kişi ya da okunacağı çevreyle ilişkilidir.
Egeliği, Ömer Emrullah: “Yargıtay Uygulamasında Normlar Hiyerarşisi”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, No: 62, 2025, s. 131-166.
Öz
Bu makale, Türkiye’de normlar hiyerarşisinin adli yargı sistemindeki işleyişini ve Yargıtayın bu sistemdeki rolünü ele almaktadır. Çalışmada, Anayasa’nın üstünlüğü, uluslararası anlaşmalar, kanunlar ve düzenleyici işlemlerin hiyerarşik sıralaması tartışılmış, Yargıtay kararlarına bu sıralamanın nasıl yansıdığı incelenmiştir. Normlar hiyerarşisinin teorik temellerinden yola çıkarak Yargıtayın uygulamada benimsediği ilke ve yöntemler analiz edilmiştir. Yargıtay, normlar arasındaki çatışmaların çözümünde genellikle üç ana yönteme başvurmaktadır; alt normun ihmal edilmesi, üst norma uygun yorumlama ve üst normun doğrudan uygulanması. Alt normun ihmal edilmesi yöntemi, kanuna veya Anayasa’ya aykırılığı tespit edilen düzenleyici işlemlerin yok sayılarak uyuşmazlığın üst normlar temelinde çözümlenmesini içerir. Üst norma uygun yorumlama ise, alt normların üst normlara aykırılık teşkil etmeyecek şekilde yeniden yorumlanmasını amaçlar. Üst normun doğrudan uygulanması ise, alt normun devre dışı bırakılarak üst normun bağlayıcılığının vurgulandığı durumlardır. Yargıtay bilhassa ihmal etme yaklaşımı ile kanunları, kanuna aykırı düzenleyici işlemler karşısında korumakta ve onların uygulanabilirliğini garanti altına almaktadır. Bununla birlikte, Yargıtayın düzenleyici işlemleri iptal etme yetkisinin bulunmaması, kanunların koruyucusu olma işlevinin sınırlarını çizmektedir. Başlangıçta Yargıtayın fiili olarak bir “yasa mahkemesi” işlevi gördüğü iddiasına güçlü bir şekilde yer verilse de mevcut yapısal ve usuli sınırlamaların bu rolü karmaşık hale getirdiği sonucuna varılmıştır. Bunlarla birlikte, çalışma, normlar hiyerarşisi içinde hukuki öngörülebilirliği artırmak adına düzenleyici işlemlerin daha belirgin anayasal bir çerçevede düzenlenmesine yönelik önerilere yer vermekte ve Yargıtayın kararlarının daha sistematik bir şekilde yayımlanmasının önemine değinmektedir. Ayrıca ihmal edilen düzenleyici işlemlerin yayımlanmasının ardından idari yargıda iptali için özgün bir diyalog usulü getirilmesini tartışmaya açmaktadır.
Gedikli, Fethi: “Ali Himmet Berki’nin Bilinmeyen Bir Eseri: Kitābü’l-Mehāzir ve’s-Sicillāt”, Adalet Dergisi, No: 74, 2025, s. 17-34.
Öz
Sahaflara uğrayıp kitap almak bazan şaşırtmaçlara açıktır. Nasibinize göre, ummadığınız, aramadığınız bir kitap, bir belge, mektup, telgraf gelir sizi bulur. 12 Aralık 2024 perşembe günü akşamı böyle oldu! İstanbul-Kadıköyde bir sahaftan aldığım evrak ve el yazmaları arasında birisinin benim için çok özel bir anlam taşıdığını, üzerine biraz araştırma yapınca anladım. Bu, Ali Himmet Berki’nin şimdiye kadar bilim âlemine meçhul kalan bir eseriydi. Heyecanla eserin başka bir nüshasının olup olmadığını araştırdım. Bir nüshası daha vardı fakat kataloğu yapılırken, hataen başkasına adına yazıldığı için, bugüne değin, dikkati çekmekten uzak kalmıştı. Üstelik, bu başkasına mal edilen eser, elimizdeki esere göre daha tam ve hataları düzeltilmiş bir nüsha idi. Gerçekten de eserin Atıf Efendi Kütüphanesinde başka bir nüshası daha vardır. Fakat bu nüshada müellif adı Ali Himmet değil Ali Hikmet yazıldığından, bugüne kadar gözden kaçmış, hiçbir kaynakta zikredilmemiştir. El yazmasının çok iyi tanınan Ali Himmet Berki’ye ait olması ve bugüne kadar meçhul kalabilmesi de ilgi çekicidir. Ali Himmet, bu eserini erken bir tarihte kaleme almıştır. Eserden, Ali Himmet Berki biyografilerinde söz edilmediği gibi, yazarının herhangi bir yerde bu kitaptan söz ettiğine de rastlamadık . Dolayısıyla bu keşif sebebiyle büyük bir heyecan duymam tabiidir. Öte yandan, adına rağmen bu eserin ilgili eserleri değerlendiren veya onlardan söz eden yazılara girememesi de ilgi çekicidir. İşte bu yazıda bu keşif duyurulacaktır. Eserin yeni teşhis edilmiş bir yazma olması, hakkında alan yazında bir şey olmaması nedeniyle “yazma” merkezli kısa bir inceleme yapılacak, elimdeki nüsha ile Atıf Efendi Kütüphanesindeki nüsha kısaca tanıtılacak, “İfade-i mahsusa” kısmı karşılaştırılacak ve sonunda Atıf Efendi nüshasının Fihrist kısmı ek olarak verilecektir. Böylece okuyucu eserin içeriği hakkında daha tam bir bilgi, dolayısıyla fikir edinebilecektir.
Gölbaşı Uçar, Cemre Belçim : “1215 Söylencesi̇: Bir İnsan Hakları Belgesi Olarak Magna Carta”, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, No: 1, 2025, s. 111-125.
Öz
13. yüzyıl İngiltere’sinde kabul edilen bir belge olan Magna Carta, insan hakları tarihinde genellikle başlangıç noktasını temsil eder. Bu belgenin, o güne kadar kabul edilmiş diğer örneklerinden ayrı ve özel bir anlamı olduğu inancı hakimdir. Araştırmanın amacı Magna Carta’nın hukuki niteliğini inceleyerek günümüzdeki insan hakları anlayışı ile bağlantısını ortaya koymaktır. Belgenin tarihsel arka planı ve devlet teorisi kavramları ekseninde incelenerek ne amaçla yapıldığının tespit edilmesi hedeflenmektedir. Bu nedenle araştırmada öncelikle Magna Carta’nın kabul edilmesine giden tarihsel sürece yer verilmiştir. Magna Carta’yı kabul eden kral John ve öncesindeki kralların yönetimleri incelenmiştir. Ardından belgenin türü, tarafları ve içeriği ortaya konulmuştur. Magna Carta’nın hukuki bir belge olarak hangi türü temsil ettiği, tarafları olarak kral ve baronların toplumsal konumları ve içeriğinde hangi konulara yer verildiği incelenmiştir. Araştırmada yöntem olarak nitel araştırma yöntemi tercih edilmiştir. Bu anlamda başta değişiklikler içeren Magna Carta’nın orijinal metni ve ona esin kaynağı olan I. Henry’nin taç giyme töreni belgesi olmak üzere; tarihi ve hukuki birincil kaynaklar ile ikincil kaynaklardan ve edebi eserlerden de yararlanılmıştır.
Özel, Şeyma: “Orta Çağ’da Toprağa ve Emeğe Bağlılığın Şekli: Manor Örgütlenme”, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 3, No: 1, 2025, s. 137-154.
Öz
Bu makalede, özellikle feodalizmin klasik çağı olarak tanımlanan dönemde, toprağa ve emeğe bağlılığın resmini çizen manor örgütlenme incelenmektedir. Orta Çağ Avrupası’nda karşımıza çıkan feodalite, merkezi devlet yapısının iyice silikleştiği adem-i merkeziyetçi bir yapı ortaya çıkarmış ve senyörün çatısı altında, toprağa bağlı, kapalı ekonomi prensibini benimsemiş bir yapı oluşturmuştur. İmparatorun evrensel gücünün ve otoritesinin yavaş yavaş parçalanarak senyörlere dağıldığı bu dönemde, senyörler bulundukları topraklarda bir nevi kral gibi yasama, yürütme ve yargı yetkilerine sahip olmuştur. Senyörler bu gücü bir sözleşme ile kraldan veya başka bir senyörden alırken aynı şekilde ona karşı sadakat ve koruma yükümlülüğü altına girmiştir. Öte yandan senyörler kendi topraklarında bulunan halka karşı koruma sorumluluğu altındayken onlardan dönemin en önemli şeyi olan emeği kendileri için kullanmalarını zorunlu kılmıştır. Manor örgütlenmede yönetenler feodalitenin bir kısmını oluştursa da asıl önemli grubun çalışanlar yani serfler olduğu söylenebilir. Zira toprağı değerli kılan tek başına varlığı değildir. Toprak üzerinde çalışan serf olduğunda değerli hale gelmektedir. Bu çalışma, feodal ilişkilerin dinamiklerini, dönemin sosyo-politik çerçevesini ve feodalizmin manor örgütlenme içerisindeki genel özelliklerini araştırmaktadır.
Pekel, Abdulkadir; Değirmencioğlu, Burcu: “Çok Kültürlülük ve İnsan Hakları: Birleşik Krallık’taki Şeriat Konseyleri Üzerinden Bir Değerlendirme”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, No: 62, 2025, s. 101-130.
Öz
Tarih boyunca, devletler çoğunlukla kendi egemenlikleri altında birden fazla kültürel kimliğe sahip toplulukları barındırmıştır. Bu nedenle, kültürel çeşitliliklere ilişkin bir politika geliştirmek, devletlerin temel görevlerinden biridir. Bu durum, çok kültürlülük tartışmalarını devlet ve siyaset teorisinin önemli konularından biri haline getirmektedir. Çok kültürlülük, hukuk teorisi açısından da önemli olabilmekte çünkü devletlerin hukuk politikalarında da farklılaşmayı, başka bir ifadeyle hukuki çoğulluğu beraberinde getirebilmektedir. Çok kültürlülüğün hukuk alanındaki yansıması olarak hukuki çoğulluk, genellikle sömürge-sonrası devletlerde, mevcut hukuk sisteminin yanında dini, geleneksel ya da yerlilere özgü hukukun uygulanması olarak tezahür etmektedir. Benzerleri farklı ülkelerde görülen, Birleşik Krallık’ta son yıllarda artışa geçen sayılarıyla Müslüman topluluk için faaliyet gösteren Şeriat Konseylerinin hukuki çoğulluk uygulaması olarak görülüp görülemeyeceği tartışılması gereken önemli sorulardan biridir. Birleşik Krallık’ta yaşayan Müslümanlara ait özel hukuk uyuşmazlıklarını çözüme kavuşturmak için çalışan, özellikle büyük oranda kadınlardan gelen İslami boşanma taleplerini inceleyen Şeriat Konseyleri, herkes için tek hukuk (one law for all)” ilkesini ihlal etme tehlikesini barındırması ve kadın haklarının ihlali endişesiyle eleştirilmiştir. Söz konusu eleştiriler, insan hakları ile çok kültürlülük ya da daha geniş anlamda insan hakları ile kültürel görecilik arasındaki tartışmayı gündeme getirmektedir.
Şahin, Oğuzhan Mehmet: “Cicero ve Augustinus’ta İnsan Doğası ve Devlet”, Kırıkkale Hukuk Mecmuası, C. 5, No: 1, 2025, s. 329-358.
Öz
Bu çalışmada, Batı düşüncesinde önemli yer tutan Cicero ve Augustinus'un insan doğası ve devlet anlayışları ele alınmaktadır. Önemli bir düşünür olmasının yanı sıra Roma tarihinin büyük devlet adamlarından biri de olan Cicero, Roma Cumhuriyeti'ni ideal bir devlet düzeni olarak görmüş ve doğal hukuk ile adaleti, insan doğasının evrensel değerleri olarak kabul etmiştir. Ona göre adalet, toplumun bir arada tutulmasını sağlayan temel ilkedir ve hukukun kaynağı doğal yasalar olmalıdır. Bununla birlikte, eşitsizlikler üzerine kurulu bir siyasal ve toplumsal düzenin gerekliliğini savunmuş, bu düşüncesiyle aristokrasiye dayalı bir cumhuriyet rejimini desteklemiştir. Augustinus ise Hristiyan teolojisinin etkisinde, insanın doğasını ilk günah kavramı üzerinden ele almıştır. Ona göre insan doğası özünde iyidir ancak ilk günah ile lekelenmiştir ve bu durum, insanın dünyevi arzulara yenik düşmesine neden olur. Devlet anlayışında, "Tanrı Devleti" ve "Dünya Devleti" ayrımını yapmış, Tanrı Devleti'ni ruhani ve ebedi kurtuluşun simgesi olarak görmüştür. Dünya Devleti ise günahkâr insan doğasının bir sonucu olarak kusurlu ve geçici bir yapıdır. Augustinus’a göre insanın asıl amacı, Tanrı Devleti’ne ulaşarak ebedi mutluluğu elde etmektir. Makale, Cicero'nun antik Yunan düşüncesinden etkilenerek Roma'ya uyarladığı evrensel hukuk anlayışı ile Augustinus'un Hristiyan teolojisi temelindeki kurtuluş odaklı yaklaşımını karşılaştırır. İki düşünürün insan doğası ve devlet üzerine geliştirdiği fikirler, antik çağdan orta çağa geçişte siyaset ve ahlak felsefesine köprü oluşturmuştur.
Şensoy, Pirali Çağrı: “Temel Bir İnsanî İyi Olarak ‘Oyun’: Oynamak Adil Hukuka Rehber Olabilir mi?”, Kırıkkale Hukuk Mecmuası, C. 5, No: 1, s. 437-471 (25.04.2025).
Öz
Adalet iyilerin nasıl dağıtılacağı sorunudur. Bu sorun iki alt soruya ayrılabilir: “Dağıtımın biçimi” ve “iyilerin içeriği”. Rawls’un “adalet ilkeleri” adil bir dağıtım biçimi için yararlı bir yol gösterici olsa da iyilerin içeriğine yönelik düşünceleri eleştiriye açıktır. Bir Rawls eleştirmeni olan Finnis iyiler tartışmasını felsefî bağlama taşımıştır. Finnis’e göre yedi temel insanî iyi vardır, bunlardan birisi de oyundur. Oyun her insan tarafından tecrübe edilebilir. İlk bakışta gayriciddi ve çocuksu bulunsa da oyun felsefe literatüründe derin bir arka plana sahiptir. Huizinga insanı Homo Ludens olarak tanımlamış, ilk insanlardan beri kültürü ve medeniyeti oluşturan temel insanî faaliyetin oyun olduğunu iddia etmiştir. Pek çok filozof oyun temasını ele almış, bazıları dünyayı bir oyun olarak açıklanmıştır. Oyunun dünya sembolü olarak ele alınışı Fink’te zirveye ulaşmıştır. Finnis’te oyun kavramı tüm bu kapsamlı literatüre yaslanmaktadır. Finnis’e göre hukuk ortak iyinin nasıl gerçekleştirileceği sorusuna cevap veren otoritedir. Ortak iyinin gerçekleştirilmesinin nedeni, dünyanın Tanrı ile dostça oynanan bir oyun olmasında yatmaktadır. Tanrı’nın değer verdiği ortak iyiye değer vererek bizler de oyunda başarılı olabiliriz. İnsan oynayarak ve başkalarını da oyuna dahil ederek ortak iyiyi gerçekleştirir. Bu teorik tartışmalar satranç oyununda somutlaştırılabilir. Satranç bir oyun ve bir dünya sembolüdür. Satrancın eşitlikçi ve kapsayıcı doğasından ilham alınarak dezavantajlı kişileri de dışarıda bırakmadan herkesin oyun oynayarak kendini gerçekleştirmesinin ve kendisini açmasının yolları aranabilir, böylece oynamak adil hukuka rehber olabilir.
Toka, Tanju: “İslam Hukuk Sisteminde Şerîat, Kanun ve Yasa (casag) Kavramlarının Etkileşim ve Dönüşümü”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 24, No: 2, 2025, s. 544-562.
Bu çalışma, İslam hukuk sisteminde şerîat, kanun ve yasa (casag) kavramlarının etkileşimini ve dönüşümünü inceleyerek, din dışı yasa fikrinin İslam hukuk düşüncesinde yerleşik hâle gelme sürecini açıklamayı amaçlamaktadır. Bu amacın gerçekleştirilmesi için öncelikle bu kavramların etimolojik kökenleri karşılaştırmalı olarak analiz edilmiş, ardından tarihsel süreçteki dönüşümleri tartışılmıştır. Mezkûr kavramların İslam hukuk sistemindeki tarihsel gelişimini sistematik bir şekilde ortaya koyabilmek için ilk olarak şerîat, sonrasında kânun ve son olarak yasa (casag) kavramı incelenmiştir. İslam hukuk düşüncesinde şerîat, ilâhî kaynaktan gelen ve insan hayatının tüm alanlarını kapsayan temel otorite olarak konumlanmıştır. Ancak İslam dünyasının farklı kültürlerle etkileşimi, dinî kaynakların yanında yeni siyasi ve hukuki kaynakların doğmasına zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda Yunanca kökenli kânun kavramı, başlangıçta mali ve vergi konularıyla sınırlı kalsa da zamanla ahlaki, dinî, sosyal, siyasi ve ilmî prensipleri de kapsayacak şekilde genişlemiştir. Bu genişleme süreci, İslam hukuk sisteminin esnekliğini ve uyum kabiliyetini göstermesi bakımından önem arz etmektedir. 1258’de Bağdat’ın Moğollar tarafından işgali sonrasında şerîat ile Cengiz Han Yasası (casag) arasındaki etkileşim yeni bir boyut kazanmıştır. Yasa (casag), şerîat ile etkileşime girerek belli bir meşruiyet zemini kazanmış ve İslam dünyasında kökleşmeye başlamıştır. Bu süreç, İslam hukukunun ilahî kaynaklı şer‘î hükümler dışında, beşerî ve örfi unsurları da kapsayacak şekilde genişlemesine ve din dışı hukuki düzenlemelerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan önemli unsurlardan birisi olmuştur.
Yurtseven, Yılmaz: “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası: Cumhuriyet’in İlk Yasal Muhalefet Partisinin Siyasi ve Hukuki Zemini”, Antalya Bilim Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 12, No: 24, 2024, s. 307-347.
Yükselbaba, Ülker: “Hukuk Devletini Hukuk Felsefesinden Yeniden Düşünmek”, Cumhuriyetin 100. Yılı Anayasa Armağanı, ed. İbrahim Ö. Kaboğlu, 1. bs, İstanbul, Legal Yayıncılık, 2024, s. 413-472.
Zabunoğlu, Hamdi Gökçe: “Hegel’in Devlet Kuramına Yönelik Marx’ın Eleştirilerinin Tahliline Bir Katkı”, Antalya Bilim Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 12, No: 24, 2024, s. 261-306.
Zabunoğlu, Hamdi Gökçe: “Ortodoks Marksizmde Adalet Kavramı Bağlamında Modern Devletin Gelişimi”, İnsan ve Toplum, C. 14, No: 1, 2024, s. 90-114.
Öz
Bu makalede, modern devlet biçiminin gelişimine yönelik ana akım Marksist yaklaşımın gelişimi ve bunun adalet kavramıyla ilişkisi incelenmiştir. Makalenin ilk bölümünde Marx’ın Hegel eleştirisi tartışılmıştır. Marx, Hegel’in idealizmine karşı çıkarak modern devletin ortaya çıkmasına neden olan şeyin insanların toplumsal faaliyeti olarak tanımlanan sivil toplum olduğunu, bunun tersinin geçerli olamayacağını ileri sürer. Yine Marx, Hegel’in “evrensel sınıf” olarak isimlendirdiği bürokrasiyi, sözde evrensel sınıf olarak kabul eder. Marx’a göre Hegel’in kavram ve tarih arasındaki kurduğu ilişki tersine çevrilmelidir. Makale devamında, Marx’ın Smith’in klasik politik iktisat düşüncesiyle karşılaşmasının ve Marx’ın teorisinin Smith’in teorisinden nasıl üretilmiş olduğunu araştırmaktadır. Makale, devlet ve toplum ayrımının Marksist teori içerisinde kapitalist toplumun özgürleşmesinden önceki dönem olan mutlakiyetçi devlet döneminde meydana gelen değişiklikleri tanımlamak için kullanıldığı ve mutlakiyetçiliğin klasik Marksist tasvirini Carl Schmitt’in mutlakiyetçi devlet egemenliğine ilişkin Hobbesçu analiziyle karşılaştırılmasıyla varılan kapitalizmin ortaya çıkışının devlet ve toplumun ayrılmasından ziyade burjuvazinin egemenliği altında yeniden birleştiği ana işaret ettiği iddiasıyla sona ermektedir.
Sosyal Medya
Perşembe Mektupları - Hukuk ve Edebiyat
Perşembe Mektupları - Saygı
Gelecek Ay: Mayıs 2025
Etkinlikler
Uluslararası Hukukun Kökenleri
Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından düzenlenen, Doç. Dr. Altan Heper’in moderatör, Dr. Mehmet Cemil Ozansü’nin konuşmacı olarak yer aldığı “Uluslararası Hukukun Kökenleri” başlıklı etkinlik 12 Mayıs 2025 Pazartesi günü saat 10.40 - 11.40 aralığında Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi Binası AB3 236 numaralı sınıfta yüz yüze gerçekleşecektir.
İletişim için Ar. Gör. Gözde Türkeli’ne gozde.turkeli@ozyegin.edu.tr uzantılı mail adresi üzerinden ulaşabilirsiniz.
Hukuk Metodolojisi Konuşmaları
İstanbul Barosu Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Komisyonu tarafından düzenlenen Doç. Dr. Ertuğrul Uzun’un konuşmacı olarak yer aldığı ekinlik serisinin ilk iki oturumu geride bırakılmış olup “Mantık Hataları” ve “Hukukta Yorum Sorunları” üst başlıklarını taşıyan üçüncü ve dördüncü oturumlar 16 ve 30 Mayıs tarihlerinde saat 19.30’da çevrimiçi olarak gerçekleştirilecektir.