Merhabalar! Gelen kutunuzdaki kalabalığa kalabalık katmamak için geçen sayıda gözden kaçırdığımız yayınları da bu sayıda iletmeyi istedik. Yakın zamanda yeniden görüşmek ümidiyle!
Geçtiğimiz Ay: Şubat 2025
Yayınlar
Kitaplar
Altaş, Alkan: Özgürlük ve Egemenlik Arasında “Bölünmüş İnternet”, 1. bs, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2025.
Aquinas, Thomas: Yasa Hakkında İnceleme: Summa Theologica, ed. Osman Vahdet İşsevenler, çev. Cemre Edip Yalçın vd., 1. bs, Pinhan Yayıncılık, 2025.
Arka Kapaktan
“Nasıl beşerî yasanın temel amacı insanla insan arasında ünsiyet kurmaksa, İlahî yasanın temel amacı da insanla Tanrı arasında ünsiyet kurmaktır. Sevginin nedeni benzerliktir. ‘Her canlı benzerini sever’. İnsan iyi olmadıkça, en yüksek iyi olan Tanrı’yla ünsiyet kurması mümkün değildir”.
Bu eser Thomas Aquinas’ın Aristoteles felsefesi ile Hıristiyan öğretisini bir araya getiren başyapıtı Summa Theologica’nın hukuka taalluk eden bölümlerinin çevirisidir.
Hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerin ahlaki kökleri nelerdir? Yasa koyucu, insanların vicdanlarını hangi yetkiyle bağlar? Yönetenin kudretinin sınırları nelerdir? Thomas Aquinas bir yandan bu ve benzeri soruların cevaplarını arıyor, diğer yandansa hukukun doğasına ilişkin skolastik felsefe içinde bir çözümleme sunuyor.
Erdoğan, Ali: Queer Hukuk Kuramı, 1. bs, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2024.
Karadağ, Ulaş: Toplum Sözleşmesi Teorilerinde Devletin Kökeni, 1. bs, Yetkin Yayınları, 2025.
Korkmaz, Salih, D. Celaleddin Kavas: Türk Hukuk Tarihi Hukuk Felsefesi Hukuk Sosyolojisi- Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavlarına Hazırlık, 1. bs, Ankara, Adalet Yayınevi, 2025.
Lobban, Michael: Anglo-Amerikan Dünyada Hukuk Felsefesinin Tarihi (1600-1900), çev. Yusuf Umur Çil, Islık Yayınları, 2025.
Arka Kapaktan
Kıta Avrupası’nın yazılı hukuk kuralları temelli hukuk sisteminin perspektifinden bakıldığında İngiltere’de gelişmiş ve sömürgecilik faaliyetleriyle geniş bir coğrafyaya yayılmış common law’un yapısı ve bu yapının ardındaki hukuki akıl çoğunlukla anlaşılmaz görülür. Bu da ya common law hakkında klişeleşmiş ama içi boş nitelemelere veya da abartılı bir farklılık vurgusuna yol açar. Buna ilaveten Türkiye’de son yıllarda hukuk felsefesi alanında İngilizce konuşulan, dolayısıyla da common law’un geçerli olduğu dünyada üretilen hukuki yaklaşımlar sıkça tartışılmakla birlikte, Anglo–Amerikan hukukunun tarihi veya kuramsal tarihi ihmal edilmektedir. Bu kitabın Türkçedeki söz konusu boşluğu doldurmaya aday olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Anglo–Amerikan hukuk tarihi alanında uzman olan Michael Lobban’ın kaleme aldığı kitap, Ortaçağ’ın sonlarında ve Modern dönemin başlarında İngiltere’de gelişen ‘common law zihniyeti’yle başlıyor. Kitapta İngiltere’de ve Amerika Birleşik Devletleri’nde gelişen farklı yaklaşımlar inceleniyor ve Edward Coke’un common law vizyonunun Amerikalı hukukçular üzerinde güçlü bir etki yaratmaya devam ederken, İngiltere'de Bentham ve Austin'in çalışmalarında tam ifadesini bulan daha pozitivist bir yaklaşımın kök saldığı gösteriliyor.
Dergiler
Hukuk Kuramı, 2025, Cilt:10, Sayı:1
Makaleler
Alpan, Arca: “Hukukun Ekonomi Politiği Açısından Ücret Hırsızlığı”, Hukuk Kuramı, C. 10, No: 1, 2025, s. 1-23.
Öz
İşverenlerin yasal veya sözleşmesel ücreti ödememesi ücret hırsızlığı olarak tanımlanmaktadır. Asgari ücretin altında yapılan ödemeler ve eksik fazla çalışma ücretleri de bu tanıma dâhil edilmektedir. Son yıllarda yasal asgari ücret, ücretli çalışanlar açısından ortanca ücret hâline gelmiştir. İşgücü istatistiklerinin ortaya koyduğu üzere ortalama çalışma saatinin yasal azami çalışma saatinin çok üzerinde olması ve fazla çalışmaları karşılamayacak düzeydeki ücretler birlikte düşünüldüğünde Türkiye’de ücret hırsızlığının enformel/formel sektör, küçük/büyük işletme, büro çalışanı/kol gücü çalışanı olmak üzere geniş kategorilerde yaygınlaştığı ortaya çıkmaktadır. Ücret hırsızlığını besleyen iktisadi etmenler enformel istihdam, proleterleşme, mülksüzleşme, güvencesizleşme ve esnekleşme gibi olgulardır. Marksist emek-değer kuramından çıkarımla denebilir ki, güncel sorunlarla sınırlı kalınmadığı takdirde dahi ücret hırsızlığı, yalnızca bölüşüm ilişkilerinden kaynaklanmayan ve hatta üretim tarzına kadar dahi izi sürülebilen bir mekanizmadır. Marksist eleştiri açısından bakıldığında, ücretler ve hukuk arasındaki ilişkinin iki yönü bulunmaktadır. Birincisi burjuva hukuksal biçiminin ortaya koyduğu çerçevede işveren ve işçi arasında sözleşme serbestisi ilkesi varsayımıyla özel hukukun, ikincisi refah kapitalizminin vurguladığı çerçevede işçiyi işverenden asgari ücret tarifesiyle koruduğu varsayımıyla kamu hukukunun konusu olmasıdır. Hukuka Marksist eleştiri içinde ilk soyutlama hukuk fetişizmine, diğeri ise hukuksal fetişizme konu olabilmektedir. Buna rağmen, kapitalizme içkin görülen ücret hırsızlığı olgusunun emek hareketlerinin hukuksal mücadele alanı içindeki yerinin sorgulanmaya değer olduğu savunulmuştur.
Altun, Bulut: “Kojèveci̇ Evrensel ve Homojen Devleti̇n Hukuksal Geli̇şi̇mi̇ Üzeri̇ne Bi̇r Araştırma”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 16, No: 1, 2025, s. 73-90.
Öz
Bir Hukuk Fenomenolojisi Taslağı, Kojève’in evrensel ve homojen devlet fikrinin en detaylı sunumunu içerir. Kojève için evrensel ve homojen devlet, mutlak adaletin hukuk olarak gerçekleştiği bir sınır durumunu ifade etmektedir. Göreli adalet idealleri ve bu ideallere tekabül eden hukuklar, köle-efendi diyalektiğinden ve böylece tanınma arzusundan kaynaklanan politik çatışma ve ihtilafla nitelenebilirdirler. Her ne kadar, adalet idealleri ve adalet ideallerinin uygulanması olarak hukuk politik olarak tezahür etmiş olursa olsun, hukuk özgül ve özerk bir süreçle kendi diyalektik gelişmesini ortaya koyar. Mutlak adalet ideali, hukukun özerk ve özgül süreçlerinin politik olanın alanını belirleme yeteneğine ulaşmasıyla hukuksallaşabilecektir. Köle-efendi kategorilerinin aşılmasıyla politika nötralize edilmediği takdirde mutlak adalet ideali gerçekleşemeyecektir. Mutlak adalet ideali, evrensel tanınmayı başaran ve yurttaşlıkla efendi-köle diyalektiğini aşan evrensel ve homojen devletin ortaya çıkışıyla kurulacaktır. Paradigmatik adalet fikirleri olan kölenin adalet fikri (eşdeğerlik olarak adalet) ve efendinin adalet fikrinin (eşitlik olarak adalet), hakkaniyet olarak adalet fikrinde gerçekleşen sentezi, politik olanın savaş ve mücadele mantığını bastıracaktır. Kojève, Hegel gibi devletin evrensel tanınmayı gerçekleştirme potansiyeli olduğunu kabul eder, bununla birlikte Kojève için hukukun politikayı bastırmasını ima eden evrensel tanınma ulus ötesi politik birimlerin dolayımıyla mümkün olacaktır. Kojève için II. Dünya savaşı sonunda çağın politik hedefi evrensel ve homojen devlete erişilmesine yönelik ulus ötesi politik birimler yaratmak olacaktır.
Ayaz, Sedat: “Yapay Zekânın Hukuk Alanındaki Uygulamaları ve Hukuk Alanında Kullanılmasının Olası Sonuçları”, Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 13, No: 1, t.y., s. 80-108.
Öz
Yapay zekâ ile ilgili teknolojik gelişmeler sürekli artmaktadır. Günümüzde birçok bilim alanı, yapay zekâ ile ilgili önemli çalışmalar yapmaktadır ve bu alandaki yenilikleri faydaları doğrultusunda kullanarak önemli gelişmelere imza atmaktadır. Dolayısıyla birçok disiplin yapay zekâ teknolojisinden etkilenmektedir. Hukuk disiplini de yapay zekâdan yararlanmaktadır ve yapay zekâ teknolojisinde meydana gelen gelişmelerden etkilenmektedir. Bu makalede yapay zekâ ile ilgili terimler ve bu alanın tarihsel gelişimi ile ilgili bilgiler verilmektedir. Ayrıca, bu alanla ilgili gelişmeler sonucunda hukuk alanında meydana gelecek yenilikler üzerine yapılan çalışmalar ele alınmaktadır. Tüm bu çalışmalardan yararlanarak yapay zekânın mahkeme kararlarını tahmin etme süreci ile ilgili çalışmalar aktarılmaktadır. Bunun yanında yapay hukukçular hakkında bilgi verilmekte ve yapay zekânın Türkiye’deki Ulusal Yargı Ağı Projesine entegre edilmesinin olası sonuçları hakkında bilgi verilmektedir.
Aydoğdu, Burçin: “Tam Borç - Eksik Borç Kavramlarının Etik Kökleri”, Legal Hukuk Dergisi, 2025.
Yazarın açıklaması:
Ele aldığım mesele öncelikle şu:
Doğal Borç ile Eksik Borç aynı kurumu ifade etmez. İsviçre medeni hukukunu iktibas ettiğimizde bu iki kavram eşanlamlı kullanılır olmuştu ama kökleri farklıdır. Doğal borç, Roma hukukunda tanımlanmış bir borç kaynağı iken Eksik Borç, Roma hatta Atina okulunun ahlak felsefesinden türemiş bir etik kavramdır.
Dolayısıyla medeni hukumuzdaki bu kurumun altını sadece Roma Hukuku'ndaki Obligatio Naturalis (doğal borç) kavramıyla doldurmamak gerektiğini, bu konuda Cicero'nun kullandığı ahlak felsefesi kavramı ola Medium Officium'a (Orta Ödev) ve hatta Aristoteles'in kullandığı Kathekon (ΚΑΘΗΚΟΝ) kavramına da başvurulabileceğini ileri sürdüm.
Barczentewicz, Mikolaj: “Tanıma Kuralının Kullanımları ve Yanlış Kullanımları”, çev. Irmak Kepenek, Hukuk Kuramı, C. 10, No: 1, 2025, s. 44-51.
Orijinal metin: Barczentewicz M. (2017). Uses and Misuses of the Rule of Recognition in Miller, UK Constitutional Law Association. adresinden alınmıştır.
Başar, Cansu Koç: “Hükümet Dışı Örgütlerin İnsan Hakları Hukukuna Etkileri: Doğa Hakları İçin Küresel İttifak ve Uluslararası Doğa Hakları Mahkemesi Örneği”, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 29, No: 1, 2025, s. 159-196.
Öz
Devletler ile toplum arasında köprü olma işlevi gören hükümet dışı örgütlerin önemi, iletişimin ve politikanın küreselleştiği, kolektif sorunların çoğaldığı günümüz kamusal yaşamında giderek artmaktadır. Nitekim küreselleşmenin kamusal yaşama etkilerinden biri de küresel ölçekli sorunların çoğalması ve devletlerin ya da özel sektörün bu sorunlara cevap vermede yetersiz kalması ve hatta sorunların varlığına dâhil olmalarıdır. Bu noktada hükümet dışı örgütlerin küresel ölçekli sorunları çözme faaliyetleri kapsamındaki işlevlerinin güçlendiği görmek ve güçleneceği söylemek mümkündür. Söz konusu bağlamda çevrenin korunması ve iklim krizi ile mücadele konularında gelişen sivil inisiyatiflerin yürüttükleri faaliyetler ve bu faaliyetler kapsamındaki etkililikleri ise dikkat çekici boyuttadır. Nitekim çevrenin korunması ve iklim krizi ile mücadele gibi konularda devletler ve şirketler yapıcı politikalar üretebilmekle beraber sivil toplumun takibine özellikle ihtiyaç duyan kurumlar pozisyonuna gelmişlerdir. Dolayısıyla eylem amaçlı hükümet dışı örgütler arasında gösterilebilecek olan ve çevrenin korunması amacıyla faaliyet gösteren hükümet dışı örgütler (ENGOs) çevreye ilişkin sorunların artmakta olduğu günümüz toplumlarında etkinliklerini ve etkililiklerini artırmaktadır. Doğa Hakları İçin Küresel İttifak (GARN) ve Uluslararası Doğa Hakları Mahkemesi ise söz konusu durumun önemli bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Başol, Serkan: “Çivi Yazılı Hukuk Metinlerinin Işığında Ataerkil Düzenin İnşası”, İstanbul Üniversitesi Kadın Araştırmaları Dergisi, No: 29, 2024, s. 12-22.
Öz
İnsanoğlu yüzbinlerce yıl avcı-toplayıcı yaşam sürmüş, buna bağlı olarak yabani bitki ve hayvanlarla iç içe bir hayat geçirmiştir. İnsanlık tarihinin yüzde doksan dokuzundan daha uzun bir süreyi kapsayan bu göçebe, avcı-toplayıcı dönemde anaerkil bir düzen olduğu düşünülmektedir. Paleolitik ve Mezolitik evrelerden sonra varılan Neolitik Çağla birlikte yerleşik hayata geçilmiş ve Mezolitik dönemde korumaya alınan buğday türleri ıslah edilerek Neolitik Dönem olarak isimlendirilen bu çağda tarıma geçilmesiyle birlikte çeşitli hayvanların aşama aşama evcilleştirilmesine başlanmış ve anaerkil paradigma yavaş yavaş değişmiştir. Üst Paleolitik dönemde mağara sanatında arkeolojik kalıtlarına rastlanan kadın figürinlerinin izleri Avrupa’dan Asya’ya, oradan Afrika’ya kadar takip edebilmektedir. Anaerkil yaşam tarzının arkeolojik kanıtları olarak yorumlanan bu eserler tanrıça olarak tapınılan kadınların Paleolitik yaşamdaki konumu hakkında bir fikir vermektedir. Bu çalışmada, kurulmaya çalışılan ataerkil düzenin fikri temellerinin, tanrılıkları ve özgürlükleri ellerinden alınan kadınların üzerinde yükselmesinin sebepleri incelenmeye çalışılacaktır. İncelemeler, yazının icadıyla birlikte Erken Tunç çağlarından itibaren kayda alınan ve böylece kil tabletlere aktarılan çivi yazılı hukuki metinler ışığında değerlendirilecektir.
Bayar, Eda: “Jacques Verges Savunma Saldırıyor Kitap İncelemesi”, İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 3, No: 1, 2025, s. 97-104.
Jacques Verges’in Savunma Saldırıyor adlı kitabında ceza yargılamasına katmış olduğu kavramların, kitabın bölümlerinin ve kitapta bulunan davaların incelemesi konu alınmıştır.
Can, Ozan: “Hart- Dworki̇n Tartışması Temelinde Hukukta İlke ve Kurallar ve Türk Ticaret Kanunu’nun Anonim Şirkete İlişkin Hükümlerinin İlke ve Kurallar Yönünden Değerlendirilmesi”, Medeni Hukuk Dergisi, C. 2, No: 1, 2025, s. 157-174.
Öz
Hukuki uyuşmazlıklarda adil bir karar için yazılı hukuk kuralları yanında hukukun bir parçası olan ilkelere de başvurulmaktadır. Ancak bu derece öneme sahip olan ilkeler, mahkeme kararlarında ve öğretide kendisine yer bulmasına rağmen, hukukumuzda tanımlanmamıştır. Tarihi süreçte, ilkelerin niteliğini sistematik olarak ortaya koyan Hart ve ardından Dworkin olmuştur. Bu iki hukukçu sayesinde ilkeler, hukukta inceleme konusu haline gelmiş ve halâ bu, tartışılan bir konu olarak güncelliğini korumaktadır. Hatta bu iki düşünürün ilkeler hususundaki tartışması Hart-Dworkin tartışması adı altında inceleme konusu yapılmaktadır. Hart, hukuku, kurallardan ibaret saymakta, hukuku, birincil ve ikincil kuralların birliği kabul etmektedir. Yine ona göre, , önüne gelen uyuşmazlığa mevcut hukuk kuralları içinde bir çözüm bulamadığında (yani boşluk olduğunda) hâkimin yapabileceği şey, takdirini kullanmak ve sonuca varmaktır. Burada hâkim, elinde hukuk kuralı olmadığından ya da kural yeterli olmadığından, kuralı aşan bir takdir kullanacaktır. Buna karşın Dworkin ise, hukuku, kurallardan ibaret görmemekte, hukukun formülünün hukuk eşittir kural, artı ilkeler olduğunu ileri sürmektedir. Dworkin, devamında, ilkelerin kuralların hem temeli, hem sebebi, hem meşruiyet kaynağı, hem de gerekçesi olduğunu savunmakta, hakimin önüne gelen uyuşmazlık için bir normu yeterli bulamadığında yapacağı şeyin Hart’ın dediği gibi tamamen normdan bağımsız olarak yalnızca hukukun genel mantığı ve sağduyu ile karara varmak olmadığını, hakimin bu durumda hukuk ilkeleriyle bağlı olduğunu kabul etmektedir. Yani o, hakimin takdirinin hukuk ilkeleriyle sınırlı olduğunu düşünmektedir. Dworkin ilkelerin, kurallardan daha ağır bir konuma sahip olduğunu, kuralların, ilkenin uygulanışını gösterdiğini, kurallarda bir boşluk ortaya çıktığında ilke argümanı aracılığı ile boşluğun doldurulabileceğini, ayrıca daha da fazlası olarak kuralın, ilkeye aykırı olduğu geçerli olarak gösterilebilirse, kural geçersiz sayılıp, uygulanamayacağını ileri sürmüştür. Hatta Dworkin’e göre kural, politik temelli olabilirken, ilke, hak temellidir. Biz de Dworkin’in görüşünü savunan bir yazar olarak, ilkelerin, hukukta, normlara ilham olan bir niteliğe sahip olduğunu, yazılı veya yazısız da olsa kurallardan önce ilkelerin uygulanması gerektiğini düşünmekteyiz. İşte bu düşüncemiz doğrultusunda, anonim şirketler hukukundaki ilkelerin neler olduğunu, bunların yüksek mahkeme kararlarında (özellikle Yargıtay kararlarında) ne şekilde yer bulduğunu, bu ilkelerin ne zaman ve nasıl uygulanması gerektiğini ve son olarak TTK’nin anonim şirketlere ilişkin hükümlerinde ilke başlığı altında düzenlenmiş olan hususların, gerçekten bir ilke niteliği taşıyıp taşımadığını bu çalışmada ele almak istemekteyiz.
Çakmaz, Eylem, Anıl Çetinkaya: “Kelsen ve Schmitt’in Perspektiflerinde Anayasa Yargısının Ontolojik Temelleri ve Karşılaştırmalı Analiz”, Periodicum Iuris, C. 3, No: 1, 2025, s. 23-61.
Öz
Anayasanın üstünlüğü, normlar hiyerarşisi, kuvvetler ayrılığı, egemenlik ve demokrasi gibi kavramlar, anayasal denetim ve anayasanın koruyuculuğu tartışmalarının temelini oluşturur. Bu bağlamda, Hans Kelsen ve Carl Schmitt, anayasa yargısının teorik temelleri konusunda birbirine zıt yaklaşımlar geliştirmiştir. Kelsen, saf hukuk teorisi bağlamında normlar hiyerarşisinin anayasa yargısının temelini oluşturduğunu ifade etmiş ve yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyecek bağımsız ve merkezi bir Anayasa Mahkemesi’nin gerektiğini savunmuştur. Buna karşılık Schmitt, anayasa yargısının uygulanabilirliğini reddetmiştir. Schmitt’e göre, yasama ile ilgili hukuki kararlar veren organlar siyasi denetim işlevi göreceklerinden anayasa yargısı anayasanın koruyucusu olamaz. Anayasanın korunması görevi, hukuki bir denetim organından ziyade yalnızca egemen güç tarafından yerine getirilebilir. Bu iki farklı teorik yaklaşım, anayasa yargısının ontolojik temellerini anlamak açısından hukukun yalnızca normatif bir düzlemde işlev görüp görmediği ya da siyasi kararların doğasının hukukun bir parçası olarak kabul edilip edilmediği tartışmasını beraberinde getirmektedir. Çalışma, Kelsen’in normatif bakış açısıyla Schmitt’in ise, siyasi gerçekliğe vurgu yapan yaklaşımı karşılaştırılarak anayasa yargısının temel sorunlarına ışık tutması amaçlanmıştır.
Çap, Güneş: “Sistem Teorisinin Dünya Hukuku Düşüncesine Katkısı: Luhmann ve Teubner”, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 11, No: 1, 2025, s. 85-98.
Öz
2000’li yıllarla birlikte uluslararası hukukun genişlemesi, örneğin lex mercatoria, lex financiaria, lex digitalis, lex sportiva gibi yeni hukuki rejimlerin ortaya çıkmasına neden olmuş, bu gelişmeler dünya hukukuna başka bir gözle bakmaya imkân sağlamıştır. Son yıllarda hukukun sistem teorisi dünya hukuku düşüncesi ekseninde ulusötesi hukuk tartışmalarına yeni bir soluk getirir. Yüksek soyutlama düzeyi nedeniyle başlangıçta hukukçuların mesafeli yaklaştığı sistem teorisi, küreselleşmenin sonuçlarının hukuk alanında yeni talepler doğurmasıyla birlikte ilgi odağı olmaya başlar. Temellerini sosyolog Niklas Luhmann’ın attığı hukukun sistem teorisi, hukuk teorisyeni Gunther Teubner tarafından yeniden yorumlanır. Devletsiz bir anayasanın mümkün olduğu iddiasıyla hukukun sistem teorisi, dünya hukuku tartışmalarına dünya toplumunun işlevsel olarak farklılaşmış olduğu olgusuna dikkate çekerek dahil olur. Söz konusu bu çalışma, Niklas Luhmann’ın ve Gunther Teubner’in dünya hukuku hakkındaki görüşlerine odaklanmaktadır. Bu kapsamda önce Luhmann’ın klasik pozisyonu, ardından Gunther’in çağdaş yorumu ele alınacaktır.
Çelebi, Özge: “Kitap İncelemesi: İbrahim Özden Kaboğlu, Anayasa Yargısı Avrupa Modeli ve Türkiye”, Hukuk Kuramı, C. 10, No: 1, 2025, s. 38-43.
İncelenen kitap: İbrahim Özden Kaboğlu (2024), Anayasa Yargısı Avrupa Modeli ve Türkiye (İstanbul: Platon Hukuk, 5. Bası, 335 s.)
Çelik, Devrim Barış: “Sosyal Bölünmeler: Klasi̇k Çatışma Hatlarından Yeni̇ Ayrışma Alanlarına”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 16, No: 1, 2025, s. 129-144.
Öz
Sosyal bölünme kavramı; tarihsel, ekonomik, kültürel ve siyasi süreçlerde toplumların ayrışma dinamiklerini açıklayan temel bir analiz çerçevesi sunar. Lipset ve Rokkan’ın geliştirdiği sosyal bölünme teorisi, özellikle Batı Avrupa’da merkez-çevre, devlet-kilise, kır-kent ve sınıf temelli ayrışmalar üzerinden siyasi partilerin ideolojik yönelimlerini ve seçmen davranışlarını açıklamada etkili olmuştur. Bu teori, toplumsal çatışma eksenlerinin siyasi yapıların şekillenmesindeki rolünü vurgulamaktadır. Türkiye bağlamında, merkez-çevre ilişkileri, dinsel ayrışmalar, kır-kent çatışmaları ve sınıf temelli bölünmeler, modernleşme sürecine özgü yerel dinamiklerle birleşerek siyasal ve toplumsal yapının temel eksenlerini oluşturmaktadır. Cumhuriyet’in seküler merkezi ile çevrenin muhafazakâr talepleri arasındaki gerilim, siyasi rekabet ve toplumsal dönüşümün önemli bir itici gücü olmuştur. Küreselleşme ve dijitalleşmenin etkisiyle sosyal bölünmeler, ulusal sınırların ötesinde, ekonomik ve kültürel bir dönüşüm sürecine girmiştir. Dijital teknolojilerin sağladığı fırsatlara rağmen, dijital eşitsizlikler yeni toplumsal çatışmalara yol açmaktadır. Bu bağlamda, sosyal bölünme kavramı hem tarihsel süreçleri anlamak hem de günümüzün karmaşık dinamiklerini çözümlemek için güçlü bir teorik çerçeve olmaya devam etmektedir. Bu dinamiklerin anlaşılması, toplumsal ve siyasi süreçlerin gelecekteki şekillenmesine dair önemli ipuçları sunmaktadır.
Çiçek, Ali: “Imagined Communities and Modern Nation Building: A Comparative Analysis of Anderson and Gellner’s Theories of Nationalism”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 16, No: 1, 2025, s. 1-12.
Abstract
Nationalism remains one of the most potent and contested ideologies in modern political discourse, shaping nations' identities and political landscapes worldwide. This article undertakes a comparative analysis of two foundational theories of nationalism, Benedict Anderson’s concept of "imagined communities" and Ernest Gellner’s modernist approach, to explore their contributions to the understanding of national identity formation. Despite the extensive scholarship on nationalism, a gap persists in systematically comparing these two influential theories within a single framework. This paper aims to fill this gap by juxtaposing Anderson’s cultural and media-centric view with Gellner’s structural and economic perspective, providing a more nuanced understanding of how nations are formed and sustained. The methodology of this paper involves a critical analysis of primary texts by Anderson and Gellner, supported by case studies that apply their theories to historical and contemporary examples of nationalism. Through this comparative approach, the paper reveals that while Anderson emphasizes the role of shared cultural experiences and media in imagining national communities, Gellner highlights the socio-economic conditions that necessitate the creation of standardized, homogeneous cultures for the functioning of modern industrial states. The most important result of this research is the recognition that Anderson’s and Gellner’s theories, rather than being mutually exclusive, are complementary, each illuminating different facets of the complex phenomenon of nationalism. This synthesis not only enhances our understanding of nationalism but also provides valuable perspectives for contemporary studies on national identity in an increasingly globalized world.
Didin, Dilara Buket, Yongxin Luo: “Acquisitive Prescription/Adverse Possession: Turkish and Chinese Legal Systems”, Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi, No: 1, 2025, s. 227-265.
Abstract
With the passage of time, sometimes a right is lost, sometimes a right is acquired, and sometimes an existing right is prevented from being brought to court. The role of time can be seen clearly in the prescription. In the article, the role of the time has been examined within the context of acquisitive prescription/adverse possession. The scope of the article has been limited only to the acquisition of immovable property by prescription. The first chapter of the article examines the legal requirements and consequences of ordinary and extraordinary acquisitive prescription under Turkish law. The second chapter provides a comprehensive overview of the evolution and practice of the acquisitive prescription system in China, including mainland China, Hong Kong, Taiwan, and Macao. First, the “Qing She” system in ancient China was examined. The second part of the chapter describes the development of mainland China’s statute of acquisitive prescription in modern society. The third part is a study of the adverse possession in Hong Kong. The last part is concerned with the acquisitive prescription in Taiwan and Macao. The concluding chapter provides a comparative analysis to identify similarities and differences in how the examined jurisdictions solve similar problems and tries to find some common rationale between these systems.
Dülger, Muzaffer: “Kamu Yararı Kavramının Kökenleri: Antikiteden Ortaçağa ‘Ortak İyi’ Kavramının Anlam ve İşlevleri Üzerine Bir İnceleme”, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 22, No: 1, 2025, s. 259-288.
Öz
“Kamu Çıkarı/Yararı” (Utilitas Publica) kavramı, devletin icrai ve düzenleyici faaliyetlerinin, yasamanın ve kamu hukukun bir ilkesi, aynı zamanda hukukçuların hukuku yorumlama, karar verme ve hukuku geliştirmeye dönük yararlandıkları metodik bir vasıta olmak bakımından, yüzyıllardır üzerinde durulan bir kavramdır. Bununla birlikte, onun içeriği konusundaki tartışmalar da yüzyıllardır devam etmektedir. Kamu yararı, çoğunluğun mu yoksa toplumun bütününün mü yararıdır? Zenginliğin ya da mutluluğun azamileştirilmesi midir, yoksa adil dağıtımı mı? Hükümetlerin hal ve şartlara bağlı değişken çıkarları da kamu yararı kapsamına dahil midir? Yoksa kamu yararı her kapıyı açmaya yarayan politik bir alet midir? Bu makalede, kamu yararı kavramının arka planındaki “ortak iyi” (common good / bonum commune) kavrayışı ve bunun modern öncesi felsefedeki görünüşleri ele alınacaktır. Bu kavramsallaştırmanın izlerini Antik Çin felsefesinde bile fark edebilmek mümkündür. Fakat Batı felsefesinde etki doğuran yorumlar, Aristoteles, Stoa Felsefesi ve bunların Skolastik felsefedeki yorumlarıdır. Makalede bu modern öncesi ahlak ve siyaset felsefesi kaynakları üzerinden, “ortak iyi” kavramının temelindeki bir takım düşünsel unsurlar ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır.
Erol, Ahmet, Arda Güneş: “Is It Possible Not to Tax?”, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 22, No: 1, 2025, s. 289-306.
Abstract
Until now, many governments have collected taxes from individuals and/or legal entities to finance basic services such as public spending and security. Over time, tax policies and ideas have changed. Various economic movements have advocated different views on the issue. As a fundamental attribute of statehood, states have alternative sources of revenue other than taxes, especially real estate revenues. This study discusses alternative sources of revenue and how they can be used to finance public expenditures in the context of whether there can be a state without taxes. Public expenditures can also be financed through the pricing of semi-public services, distinct from the fully public services provided to citizens. In addition, public-private partnerships can also be an effective way of financing public spending by prioritizing the public interest. Moreover, if the state has underground resources, as in the case of Norway, it is possible to provide public services to citizens without taxation and pricing. In a situation where people are not working due to technological advances and the use of advanced robotics in production, it may be possible to provide direct income to the citizens of the country from the revenues generated by the productive power of the state instead of collecting taxes.
Fertellioğlu, Buğrahan: “Hukuka Aykırı Fiili Durumları Hukukileştirmek İçin Bir Kılavuz”, Hukuk Kuramı, C. 10, No: 1, 2025, s. 24-37.
Prolog
Yakın zamanda gündemdeki yargı paketinin tartışıldığı ve artık giderek bir tür
reality show tadı vermeye başlayan televizyon programlarından birinde tartışmacılardan birinin “fiili durumu hukukileştirmek” ifadesini kullandığını duydum. Programı o ana dek son derece uyuşuk bir şekilde takip etmekteyken bu ifadeyi duyar duymaz dikkat kesildim. Fiili durumu hukukileştirmek deyişi hukukçu bilincimde bir tür travma yaratmış olmalıydı. Kayıtsız kalamadım. Peki bu travmanın nedeni neydi? Neden tedirgin olmuştum? Bu ifade bana ne hatırlatmaktaydı?
Güner, Remzi Orkun: “Critically Queer Yet Politically Affirmative Engagements with Human Rights”, Annales de La Faculté de Droit d’Istanbul, No: 75, 2025, s. 1-32.
Abstract
Considering recent queer engagements with international human rights, this article argues that emerging attempts at queering rights have often resulted in framing queer critique into the normativity of human rights. This article critiques this tendency, suggesting that queer engagement with rights can be critical yet (potentially) affirmative. It shows that queer critique, understood as non-essentialist politics, can contribute to contemporary critical human rights studies and their analyses of identity-producing functions of rights. In this way, the paper engages not only with the subject paradox of the rights discourse but also with queer responses to identity-based rights claims. I argue that queer critiques, shifting the focus from ontology to politics, encourage an affirmative engagement with framings of rights by considering identities as political claims, understanding rights not in ontological terms but as instruments for shifting temporary strategies in practice. The arena of rights, a site where debates about the definitions of human are contested, is a crucial space for deploying non-essentialist politics. In this context, the article refers to queer as a critical method in deploying rights to reduce the disciplinary effects of identities, helping us to free ourselves, our engagements with others, and politics from the eyes of the Normative.
Işık, Alper; Yalçın,Cemre Edip: “Kant Düşüncesinde Hukuk, Devlet ve İnsan Haklarının Felsefi Temelleri”, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 11, No: 1, 2025, s. 185-202.
Öz
Aydınlanma Çağı’nın en öne çıkan niteliği, insanın rasyonel doğasına duyulan sonsuz güven ve ortaya çıkan pozitif bilimler ışığında doğan ilerleme düşüncesidir. Immanuel Kant, yaşadığı Aydınlanma Çağı’nın bir düşünürü olarak felsefenin çok farklı alanlarında derinlikli eserler vererek hem kendi dönemini hem de kendisinden sonraki dönemleri son derece etkilemiştir. Kant’ın eleştirel felsefesi, insanı diğer varlıklardan ayırt etmeye yönelik ortaya koyduğu irade özgürlüğü ve aklın otonomisi kavramlarını temel almaktadır. Kant, özgür iradeye sahip olduğu düşünülen insanın hangi durum ve koşullarda gerçekten özgür olduğunu belirlemiştir. Salt insanın aklı ile felsefi olarak temellendirdiği ahlaki normatif yapıyı özgürlük, sosyal sözleşme, hak, adalet, barış, insan onuru gibi kavramlarla ilişkilendirerek hukuka ve devlete doğru genişleten Kant, böylelikle epey kapsamlı bir siyaset felsefesi geliştirmiştir. Neticede Kant’ın siyaset felsefesi kapsamında ortaya koyduğu fikirler, günümüzde özellikle insan haklarının kurumsallaşması ve felsefi temellendirilmesinde etkili olacak evrensel bir hukuki-siyasi düşünce sistematiği yaratmıştır. Günümüzde insan haklarını felsefi bir temele oturtmak için Kant, insan onuru kavramı yoluyla bizlere evrensel geçerliliği olan ve kendi içerisinde tutarlı bütünlük arz eden felsefi bir temel sunmaktadır.
Kara, Mehmet Erkin: “Uluslararası İli̇şki̇ler Di̇si̇pli̇ni̇nde Li̇berali̇zm ve Li̇beral Devlet İnşası”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 16, No: 1, 2025, s. 145-152.
Öz
Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte, Balkanlar'dan Kafkaslara, Ortadoğu’dan, Orta Asya'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada, Weberyen anlamdaki sorumluluklarını ve fonksiyonlarını etkin olarak yerine getiremeyen, başarısız ve zayıf devletler ortaya çıkmıştır. Günümüze kadar devam eden süreçte bu devletlerin sayısı gün geçtikçe artmış ve artmaktadır. Yoksulluk, yolsuzluk, uyuşturucu kaçakçılığı, terör gibi ciddi pek çok uluslararası sistemin güvenliğini tehdit eden sorunların bu zayıf ya da başarısız devletlerden kaynaklandığı uluslararası kamuoyunda ve çeşitli disiplinlerdeki önemli çalışmalarda ifade edilmektedir. Liberal perspektifte, başarısız devletler sorunsalının çözümünün, etkili liberal demokratik devlet inşasından geçtiği ve uluslararası toplumun bu konuda birlikte hareket etmesi gerektiği düşüncesi paylaşılmaktadır. Makalede, uluslararası toplum açısından taşıdığı önemden hareketle, liberal devlet inşası konusu Uluslararası İlişkiler disiplini paradigması sınırlarında analiz edilmiştir.
Kararmaz, Furkan: “Ulusal Bağlamda Yumuşak Hukuk: Tanım, Geçerli̇li̇k ve Etki̇nli̇k Sorunları”, Ankara Barosu Dergisi, C. 83, No: 1, 2025.
Öz
Bu makalede, ulusal hukuk bağlamında yumuşak hukukun tanımı, geçerliliği, etkinliği ve uygulamadaki etkileri inceleniyor. İlk bölümde, yumuşak hukukun kesin bir tanımının yapılamadığı ve modern hukuk içinde tartışmalı bir yer tuttuğu vurgulanıyor. İkinci bölümde, ulusal düzeyde kullanılan başlıca yumuşak hukuk araçları tanıtılıyor. Üçüncü bölümde, yumuşak hukukun geçerliliği konusundaki farklı bakış açıları ele alınıyor. Burada pozitivist ve pragmatist yaklaşımların yumuşak hukuk bakımından aralarındaki uzlaşmazlıklar belirtilerek temkinli pragmatik bakış adı altında üçüncü bir yol öneriliyor. Dördüncü bölümde, yumuşak hukukun hangi yöntem ve süreçlerle etkinlik kazandığı inceleniyor. Son bölümde ise yumuşak hukukun uygulamada sağladığı olanaklar ve yarattığı sorunlar karşılıklı tartılıyor. Sonuç olarak bu kapsamdaki araçların geçerlilik, demokratik meşruiyet ve etkinlik bakımından taşıdıkları belirsizlik ve riskler nedeniyle sınırlı ve geçici olarak kullanılması öneriliyor.
Kaya, Semih Batur: “Hükümet Si̇stemleri̇ni̇n Demokrati̇kli̇k Görünümü Üzeri̇ne Değerlendi̇rme”, Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 14, No: 2, 2025, s. 695-718.
Öz
Hükümet sistemleri meselesi karmaşık kimi kavram ve kurumlar üzerinden ilerlemektedir. Bu kavram ve kurumlar dizisinden en önemlileri erkler ayrılığı ve demokratiklik değerdir. Erkler ayrılığı ve demokratiklik değer bakımından parlamenter hükümet sisteminin daha etkin olduğu kanaatindeyiz. Bu çalışmada, başkanlık sistemi ve parlamenter sistemin kavramsal ve kurumsal özellikleri ortaya konulduktan sonra demokratiklik değer bakımından delegasyon özellikleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu doğrultuda öncelikle erkler ayrılığı ve hükümet sistemine etkilerini incelemeye çalıştık. İkinci olarak başkanlık, hiper-başkanlık sistemi kavramsal ve kurumsal dizilerini kısaca ortaya koyduktan sonra Türkiye’deki cari hükümet sistemiyle ilişkisini irdeledik. Esasen burada Türkiye’deki mevcut hükümet sisteminin özelliklerini detaylı incelemekten ziyade kavramsal bir ilişkilendirme yapmakla yetindik. Son olarak ise erkler ayrılığı ve demokratiklik değer bakımından parlamenter sistemin daha cazip olduğunu, ülkemizin de sistem dışı (off-path) bir çözüm olarak bu sisteme dönmesinin gerekliliğini vurgulamaya çalıştık.
Kaya, Seyithan: “H.L.A. Hart’ın Hukuk Teorisi Bağlamında Hâkimin Takdir Yetkisi ile İdarenin Takdir Yetkisinin Karşılaştırmalı Analizi”, Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 13, No: 1, 2025, s. 166-187.
Öz
Takdir yetkisi, bütün hukuk sistemlerinde var olan bir yetki olmasına karşın sürekli tartışılan bir konudur. Özellikle takdir yetkisinin sınırları ve denetimi konularına ilişkin doktrin ve yargıdaki tartışmalar güncelliğini korumaktadır. Neredeyse bütün disiplinlerde varlığı kabul edilen takdir yetkisi, hukuk felsefesi ve idare hukukunda hukuk ve ahlak ilişkisi, yorum ve hukukta boşluk konularıyla birlikte tartışılan bir konudur. Hâkimin takdir yetkisi ve bu yetkinin kullanılmasına ilişkin sınırlar kanunla belirlenmiştir. Diğer bir anlatımla hâkimin hangi durumlarda ve ne şekilde takdir yetkisini kullanabileceği büyük ölçüde kanun koyucu tarafından belirlenmiştir. Fakat aynı şeyi idarenin takdir yetkisi için söylemek pek de olası değildir. Zira idare hukukunun hareketliliği ve konu çeşitliliğinden dolayı idarenin takdir yetkisinin kullanımı ve sınırları mevzuatla beraber doktrin ve yargı içtihatlarıyla belirlenmiştir. Şu husus özellikle ifade edilmelidir ki hem hâkimin hem de idarenin takdir yetkisine ihtiyaç duyulmaktadır. Zira hukuk kuralları zamanla güncelliğini yitirmekte ve bazen somut uyuşmazlığa uygulanacak kural bulunamamaktır. Böyle durumlarda uyuşmazlığın çözümü için hâkimin ve idarenin takdirine ve yorumuna ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ihtiyaca binaen Hart, teorisinde hâkimin takdir yetkisine yer vermiş ve hâkimin takdir yetkisini kolay ve zor davalar bağlamında tartışmıştır. Çalışmada Hart’ın hâkimin takdirine ilişkin değerlendirmeler esas alınarak idarenin takdir yetkisi yeni bir metotla ele alınmıştır. Hart’ın hukuk teorisindeki kolay ve zor davalar bağlamında idarenin takdir yetkisi, idarenin zor ve kolay takdir yetkisi şeklinde ikili bir ayırıma tabi tutularak karşılaştırmalı ve disiplinler arası bir yöntemle incelenmiş ve bazı çözüm önerilerinde bulunulmuştur.
Koytak, Elyesa: “İsim, Büro, Reklam: Avukatlıkta Simgesel Sermaye Biçimleri”, Journal of Humanity and Society (insan & toplum), C. 14, No: 4, 2024, s. 80-111.
Öz
Hukukun formel yanıyla yaşanan toplumsal gerçeklik arasındaki ilişkiye dair özgün bir olgu avukatlık mesleğidir: Mevzuata ve meslek kurallarına göre bir yandan bu mesleğin güven, saygınlık ve itibar uyarınca yapılması gerekir, diğer yandan iş elde etmek için hangi eylemlerin makbul ve meşru olduğu tanımlanmamıştır. Oysa avukatların yeni iş alma ve mesleki yetkinliklerine yönelik rağbet ve itimat kazanma yolları toplumsal etkiler altında gerçekleşir. Bu makalenin amacı, avukatların dünyasında tanınırlık ve güvenirlik inşa ve icra etme biçimlerinin nasıl oluştuğunu, Bourdieu’nün simgesel sermaye kavramı ışığında keşfetmektir. Meslek dünyasında geçerli simgesel sermaye biçim- lerinin neler olduğunu avukatların anlam ve deneyim dünyaları üzerinden keşfetmek adına, farklı kıdemlerde ve çalışma şartlarında 14 avukatla derinlemesine mülakat yapılmıştır. Yapılan analiz sonucunda avukatlık mesleğinde simgesel sermayenin birbiriyle alakalı dört boyutu olduğu tespit edilmiştir. İsim ve çevre yapmak, güven ve yetkinlik kurmak, büronun kurumsallaşmış simgesel sermayesi ve reklam bu dört boyutu oluşturur. İlk üç boyutun ortak noktası avukatlıkta mesleki rağbet ve itimat inşa etmenin sürekli performans gerektirdiği ve toplumsal etkilere açık bir süreç olduğudur. Reklam ise rağbet ve itibarın kendiliğinden birikeceği yönündeki meslekte yerleşik inancın karşısında yer alır ve simgesel sermaye kazanmanın makbul sürecine kısa devre yapar. Reklamda esasen ilk üç boyutta da içerilen tanınma performansının ve dış etkilerin aleni olması söz konusudur.
Loïc, Wacquant: “Afropesimizmin Radikal Vazgeçişi”, çev. Arca Alpan, Ezgi Duman, Hukuk Kuramı, C. 10, No: 1, 2025, s. 52-63.
Metnin aslı: https://newleftreview.org/issues/ii144/articles/loic-wacquant-afropessimism-s-radical-abdication
Mete, Muhammet Derviş: “Her Derde Deva(!) Sivil Anayasa Fikrinin İyi, Kötü ve Çirkin Tarafları”, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 22, No: 1, 2025, s. 351-402.
Öz
Bu çalışmamızda, yeni anayasa fikrinin “iyi”, “kötü” ve “çirkin” taraflarını ortaya koymayı amaçladık. Bu bağlamda, öncelikle halihazırdaki meclisin yeni bir anayasa yapma yetkisinin olup olmadığını, asli ve tali kurucu iktidar teorisi çerçevesinde ele aldık. Meclisin anayasa yapabilmesinin önünde herhangi bir engel bulunmaması, yeni ve sivil anayasa yapma fikrinin “iyi” tarafını oluşturmaktadır. Devamında, anayasal norm ile anayasal gerçeklik uyuşmazlığının mevcut anayasanın meşruluğuna ilişkin sorunlardan kaynaklanıp kaynaklanmadığını ve yine bu bağlamda Türkiye’de yeni bir anayasaya ihtiyaç olup olmadığını irdeledik. Halihazırdaki metnin uygulanması ve bağlayıcılığı hususunda karşılaştığımız problemlerin, anayasanın kendisinden kaynaklanmadığı tespiti ile beraber, anayasal norm ile gerçeklik arasındaki bu uyuşmazlığın yeni anayasa fikrinin “kötü” yanına tekabül ettiğine işaret ettik. Son bölümde ise yeni anayasa fikrinin “çirkin” yanlarına odaklandık. Bu bölümde, toplumsal mutabakata ve müzakereye dayalı bir anayasa yapım süreci için mevcut politik iklimin ve sosyolojinin elverişli olup olmadığını sorguladık. Bu bölümde, popülist bir iktidar yönetimi altında ve yine popülizmin doğal sonucu olarak kutuplaşmış ve sosyal ve siyasal olarak bölünmüş bir toplumun çağdaş demokrasi standartlarında bir metin ortaya koymasının oldukça güç olduğunu delilleriyle birlikte ortaya koymayı amaçladık. Bu çalışma ile vardığımız sonuç; Türk demokrasisinin anayasa sorunu yoktur, anayasanın üstünlüğüne ve bağlayıcılığına yönelik sorunları vardır.
Öner, A. Aslı Şimşek: “Siyasi Düşünceler Tarihinde Kadınların Üzerindeki Unutulmuşluk Perdesini Açmaya Yönelik Bir Çaba: Mary Astell’in Birey, Toplum ve İktidar Anlayışı”, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 10, No: 2, 2024, s. 639-662.
Öz
Bu çalışma kapsamında erken modern dönem filozofu Mary Astell’in yaşamı, eserleri ve filozof üzerine yapılan çalışmalar ışığında Astell’in birey, toplum ve iktidar anlayışı incelenmiştir. Böylece ilk İngiliz feminist olarak adlandırılan Astell’in siyasi düşünceler tarihi içindeki yerini, önemini ve bugüne bıraktığı mirasını ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda Astell’in yaşamında önemli dönüm noktaları esas alınarak 17 ve 18. yüzyıl İngiltere’sinin toplumsal ve siyasi yapısı incelenmiş ve bunun Astell’in düşüncesine yansımaları değerlendirilmiştir. Filozofun Kilise’ye bağlılığı, muhafazakârlık savunusu ve feminizmin ilk argümanlarını ortaya koyması, onu özgün kılan temel husus olarak görülmektedir. Bu noktada Astell’in siyasi iktidar analizinde ön plana çıkan üç mesele olduğu belirtilebilir. İlk ikisi, modernleşmeyle birlikte yükselişe geçen farazi bir kişi olarak tüzel kişilik ve sözleşmecilik düşünceleridir. Üçüncüsü ise bu iki modern kavrama aktarılan geleneksel ataerkilliğin modernleşmeyle aldığı görünümdür. Bu bağlamda Astell, evlilik sözleşmesinin kadınlar bakımından nasıl bir tahakküm ilişkisi yarattığını göstererek, çağının yaygın kanısı evlilik sözleşmesi-toplum sözleşmesi benzerliğinden hareketle liberalizme meydan okumaktadır.
Özdemir, Gözdenur, Dilara Buket Didin: “Kürtaja Li̇berteryen Bi̇r Bakış: Block vs. Wisniewski”, İnsan Hakları Yıllığı, C. 42, No: 2, 2025, s. 155-194.
Öz
Kürtaj, gebeliğin, kadının sağlığını tehdit eden bir durum nedeniyle sonlanmasını veya böyle bir tehlike olmasa dahi kadının isteğiyle sonlandırılmasını ifade etmektedir. Bu uygulama, fetüsün yaşamı ile kadının özgürlüğünü karşı karşıya getirmekte ve hukuki, ahlaki, siyasi, ekonomik, sosyolojik, dini pek çok alanda tartışmalara yol açmaktadır. Tartışmalar temel olarak kürtajı destekleyen seçim yanlıları ile fetüsü önceleyen yaşam yanlıları ekseninde gerçekleşmektedir. Zamanla bu iki kutbun arasını bulmaya çalışan ayrılıkçılık ve tahliyecilik gibi görüşler ortaya çıkmıştır. Çalışmada kürtaj, bireylerin başkalarına zarar vermemek kaydıyla özgürce yaşayabilmelerini düstur edinen bir felsefi akım olan liberteryenizm perspektifinden incelenmiştir. Makalenin ilk başlığında kürtaj ve liberteryenizm temel hatlarıyla ele alınmakta ve liberteryen düşünce içerisindeki kürtaj yaklaşımları sunulmaktadır. Makalenin ikinci başlığında ise kürtaj üzerine yıllar süren fikri tartışmalara imza atan iki liberteryen düşünür olan Walter E. Block ve Jakub B. Wisniewski’nin liberteryen öz mülkiyet ve saldırmazlık aksiyomları eksenindeki argümanları aktarılmaktadır. Tartışmalarda Block’un tahliyeciliği, Wisniewski’nin ise yaşam yanlısı görüşü benimsediği görülmektedir. Bu makalede, kürtaj uygulamaları Block ve Wisniewski arasındaki tartışmalar temelinde liberteryen bir pespektiften ele alınmakta ve böylelikle kürtaj tartışmalarına farklı bir boyut kazandırılarak literatüre katkı sağlanması amaçlanmaktadır.
Subaşı, Hamide Şahin; Genç, Zekai; Başkan, Tanıl Mehmet: “Türk-Fransız Hukukunda Yağma Suçu ve İstatistik Bilgilerle Suçun Sosyoekonomik Yönü”, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 11, No: 1, 2025, s. 313-342.
Öz
Normatif pratiklerin sınıflı toplum koşullarında verili sınıf egemenliğini korumaya özgülenmiş örgütlü birliği, hukuk adını verdiğimiz yapısal ilişki setlerini ortaya çıkarır. Dolayısıyla da hukuk, sınıf egemenliğinin bir sonucu ve ürünüdür. Hukukun anılan niteliği burjuva hukuk ideolojisi tarafından görmezden gelinmekte ve hukuk, ekonomik ve sınıfsal içeriği görmezden gelinen burjuva üretim ve bölüşüm ilişkileri içerisinde keşfedilmiş ama tarafsız birer değer olarak kabul edilen bir ilkeler manzumesi etrafında toplumsal sorunları çözen ve bu esnada da toplumsal ilişki ve sınıflardan bağımsız olan bir entite olarak kabul edilmektedir. Burjuva hukuk ideolojisinin anılan kabulü burjuva hukuk ideolojisi içerisindeki ilkeler demeti ile çelişen her toplumu hukuksuz olarak nitelemeye olanak vermektedir. Söz konusu olanak özellikle çok kutupluluğun etkilerini hissettiğimiz günümüzde Batı’nın iktisadi, siyasi ve ideolojik egemenliği ile bir şekilde çelişen toplumlara karşı kullanılmaktadır. Çalışmamız bu bağlamda çok kutuplu dünya koşullarında Batı merkezli burjuva toplumsallığı ve hukuku dışında bir hukukun var olduğu ve gelecekte de olanaklı olduğu iddiasına dayanak olarak Sovyet hukukunu ele almaktadır. Sovyet hukuku, hukuk ile sınıf egemenliği arasındaki ilişkinin kabul edildiği bir ideolojik düzleme yaslandığı ve üretim araçları üzerinde kamusal mülkiyete dayalı bir toplum içinde geliştiği için burjuva hukuk ideolojisinin sınırlarını aşmakta ve burjuva hukuku içinde olanaksız kabul edilen keşifleri bünyesinde taşımaktadır. Söz konusu farklılığın temelinde ise Sovyet toplumunun özgün sınıfsal karakteri yatmaktadır.
Sucu, Ali Emre: “Kitap Tanıtımı: Cumhuriyet’in Yeni Yüzyılında Yeni Dünya Politikası: Kafiye Çağı, Taşansu Türker”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 16, No: 1, 2025, s. 195-197.
Öz
Prof. Türker’in, Cumhuriyet’in Yeni Yüzyılında Yeni Dünya Politikası: Kafiye Çağı ismini taşıyan bu kitabı, dünyanın önemli bir dönüşümden geçtiği tespitinden yola çıkmakta; bu dönemin belirsizliklerle dolu olan karakterine vurgu yaparak, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına dair belirli çıkarımlar yapmaya izin verecek bir değerlendirme sunma amacıyla kaleme alınmıştır. Yazarın günümüze kadar verdiği dersler, katıldığı konferanslar ve kongreler, gazete mülakatları, televizyon programları ve “Mülkiye’nin münbit akademik ortamında” meslektaşlarıyla sohbetleri ile zenginleşen fikirleri sonucunda ortaya çıkan yaklaşık üç bin sayfadan oluşan notlar, bu çalışmanın içeriğinin arka planını oluşturmuştur. Bu amaç çerçevesinde, bir zaman dizini içinde, 2018-2023 yılları arasında dünya siyasetinde meydana gelen gelişmeler farklı alt başlıklar üzerinden, okuyucuya akademik nitelikten taviz vermeden ancak sadece akademiye has olmayan bir üslupla kaleme alınmıştır. Ayrıca kitabın içeriğinin şekillenmesinde doğrudan ve dolaylı olarak etkili olan mekanlar ise başta doktora çalışmalarını yürüttüğü Moskova Devlet Üniversitesi bünyesinde bulunan Asya ve Afrika Enstitüsü, misafir hoca olarak bulunduğu ve bu kitaba dair fikirlerinin geliştiği Georgetown Üniversitesi ve nihayet görev yaptığı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’dir. Bu çerçevede sözü edilen alanlardaki çalışmalar ve bu çalışmaların yürütüldüğü bu farklı ülke ve şehirlerin yazarın bakış açısına sunduğu zenginlik, bu kitabın arka planına dair bir fikir vermektedir.
Şahin, Ozan Giray: “Sınıf Egemenliği, Hukuk ve Sovyet Hukuku”, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 10, No: 2, 2024, s. 709-731.
Öz
Normatif pratiklerin sınıflı toplum koşullarında verili sınıf egemenliğini korumaya özgülenmiş örgütlü birliği, hukuk adını verdiğimiz yapısal ilişki setlerini ortaya çıkarır. Dolayısıyla da hukuk, sınıf egemenliğinin bir sonucu ve ürünüdür. Hukukun anılan niteliği burjuva hukuk ideolojisi tarafından görmezden gelinmekte ve hukuk, ekonomik ve sınıfsal içeriği görmezden gelinen burjuva üretim ve bölüşüm ilişkileri içerisinde keşfedilmiş ama tarafsız birer değer olarak kabul edilen bir ilkeler manzumesi etrafında toplumsal sorunları çözen ve bu esnada da toplumsal ilişki ve sınıflardan bağımsız olan bir entite olarak kabul edilmektedir. Burjuva hukuk ideolojisinin anılan kabulü burjuva hukuk ideolojisi içerisindeki ilkeler demeti ile çelişen her toplumu hukuksuz olarak nitelemeye olanak vermektedir. Söz konusu olanak özellikle çok kutupluluğun etkilerini hissettiğimiz günümüzde Batı’nın iktisadi, siyasi ve ideolojik egemenliği ile bir şekilde çelişen toplumlara karşı kullanılmaktadır. Çalışmamız bu bağlamda çok kutuplu dünya koşullarında Batı merkezli burjuva toplumsallığı ve hukuku dışında bir hukukun var olduğu ve gelecekte de olanaklı olduğu iddiasına dayanak olarak Sovyet hukukunu ele almaktadır. Sovyet hukuku, hukuk ile sınıf egemenliği arasındaki ilişkinin kabul edildiği bir ideolojik düzleme yaslandığı ve üretim araçları üzerinde kamusal mülkiyete dayalı bir toplum içinde geliştiği için burjuva hukuk ideolojisinin sınırlarını aşmakta ve burjuva hukuku içinde olanaksız kabul edilen keşifleri bünyesinde taşımaktadır. Söz konusu farklılığın temelinde ise Sovyet toplumunun özgün sınıfsal karakteri yatmaktadır.
Şimşek, Başak Naz; Kulalı Martin, Yeliz: “Le rôle des tribunaux ad hoc dans la mise en oeuvre des principes du droit cosmopolitique: une étude empirique via la pensée kantienne”, Annales de la Faculté de Droit d’Istanbul, No: 75, 2025, s. 105-133.
Öz
Les souffrances infligées aux personnes vulnérables attirent l’intérêt de plein de penseurs depuis l’Antiquité. Des philosophes stoïciens aux théoriciens contemporains de paix, de nombreuses personnes ont songé sur les manières d’empêcher ces souffrances et d’arriver à une paix perpétuelle. Ce phénomène se trouve au coeur des sphères juridiques et politiques, étant donné que le fait d’assurer une paix durable dispose des fondements légaux et sociaux à la fois. L’une des théories se concentrant au côté juridique de l’idée de la paix perpétuelle est le droit cosmopolitique. Les idées kantiennes en constituent les fondements. Selon cette théorie, un cadre juridique universel devrait être établi pour juger les actes illicites infligés aux personnes vulnérables. L’idée derrière cela est que ces violences nuisent à la conscience de toute l’humanité. Si bien qu’elles ne peuvent et ne devraient pas être limitées à une seule région. Les grandes violences commises pendant les guerres mondiales du 20ème siècle ont incité la communauté internationale à réunir autour des valeurs juridiques communes. Cette initiative consistait à condamner les responsables de ces actes illicites et d’empêcher la commission de nouvelles infractions. C’est à la suite de la Seconde Guerre mondiale que cette idée a été mise en pratique. Le monde a été bouleversé par les actes très graves commis pendant ce conflit, et plus tard, dans les années 90. A la suite des conflits interétatiques et intraétatiques à grande échelle, quatre tribunaux pénaux ad hoc ont été créés en Allemagne, au Japon, en ex-Yougoslavie et au Rwanda. Ce développement s’est réalisé conformément à l’idée kantienne selon laquelle certains crimes blessent la conscience de l’humanité et leurs responsables devraient être jugés devant les yeux de la communauté internationale, à travers les principes juridiques universels.
Uğurlu, Göksu: “Uluslararası Hukuk, Şiddet ve İdeoloji”, Periodicum Iuris, C. 3, No: 1, 2025, s. 163-186.
Öz
Uluslararası hukuk, genellikle şiddet ile karşıt bir anlam taşıyan olgusal ve kuramsal bir düzlemde ele alınmaktadır. Hukukun toplumsal barışı ve refahı destekleyen bir mekanizma olduğu ve “uygar” ülkelerde oluşmuş norm ve değerleri diğer ülkelere aktardığı varsayılmaktadır. Ancak uluslararası hukuk, tarihsel kökenleri ve değer sistemi itibarıyla uluslararası ilişkilerdeki güç ve şiddet dinamiklerini düzenlemek gibi temel bir işleve sahiptir. Bu çalışma, uluslararası hukukun şiddetle ilişkisini kuramsal bir çerçevede ele almaktadır. İlk olarak, kapitalist üretim tarzı ile hukuk arasındaki bağlantılar incelenerek, hukukun toplumsal üretim ilişkilerindeki yeri tartışılacaktır. Ardından, uluslararası hukukun kökenlerine dair iki önemli düşünürün görüşleri eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Son olarak, uluslararası hukukun egemen bir üst otoritenin yokluğunda “hukuk” olarak kabul edilip edilemeyeceği hususunu da ele alan biçimde şiddet ile rabıtası irdelenecektir. Bu bağlamda, tarihsel materyalist yaklaşım uluslararası hukuku nesne olarak ele aldığında beliren çıkarımlar yazının çerçevesini oluşturacaktır. Çalışma, uluslararası hukukun şiddetle ilişkisini sorgulayan bir perspektif sunarak onun toplumsal yapı içerisindeki yeri ile ideolojik süreçlerdeki kurucu rolünü anlamlandırma çabalarına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Ümütlü, Ayşe Yaşar: “Hukuk Uygarlaştırıcı Olabilir mi? Bentham’ın Uluslararası Hukuka Dair Düşünceleri Üzerine Bir Analiz”, Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi, No: 1, 2025, s. 83-115.
Öz
Bu makalede Jeremy Bentham’ın öncelikle genel anlamda hukukla ve sonrasında uluslararası hukukla ilgili düşünceleri analiz edilerek, “hukukun uygarlaştırıcı bir güç” olarak toplumsal sistemler içindeki rolüne dair düşünceleri ele alınmaktadır. Makale, Bentham’ın uluslararası ilişkilerde hukukun rolüne dair utilitarist (faydacı) etik bağlamındaki özgün bakış açısını inceleyerek bu yaklaşımın günümüz uluslararası hukukuyla nasıl ilişkilendirildiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca, Bentham’ın önerilerinin uluslararası toplumun hukuki normlarını ve uygulamalarını şekillendirmedeki etkilerini değerlendirmektedir. Böylece, Bentham’ın düşüncelerinin günümüz uluslararası hukuku ve toplumunun anlayışına nasıl bir zemin oluşturduğu konusunda önemli bir perspektif sunmaktadır. Bu amaçla çalışmada ilk olarak Bentham’ın faydacılık felsefesi ve ilkelerini hukuk yapım sürecinde neden önemli bir ilkesel zemin olarak benimsediğine dair görüşlerine yer verilmiştir. Ardından uluslararası hukuka dair düşünceleri, uygarlaşmak ve hukuk arasındaki bağlantıya dair fikirleri incelenmiştir. Son olarak da uluslararası ceza hukukunun felsefi temellerine katkısı ortaya konulmuştur.
Yıldırımer, Şahban: “İslam Hukukunun İngiliz Common Law Üzerindeki Etkisi Tartışmaları IV”, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 22, No: 1, 2025, s. 403-428.
Öz
İslam hukuku ile common law arasında kimi alanlardaki benzeşim, bu hukuk sistemlerinin karşılıklı etkileşimini akla getiriyordu. Yapılan bilimsel çalışmalar bu etkileşimin karşılıklı olmaktan daha ziyade tek taraflı olduğunu destekler mahiyette idi. Bu alandaki ilk kıvılcımın “trust” kurumunun kökeni araştırılırken ortaya çıktığını ifade etmek mümkündür. Bu yüzyılın ortalarında Henry Cattan bu etkiyi en yüksek perdeden dillendirdi. Aynı alanda çalışmalar ardı ardına devam etti. Monica M. Gaudiosi, kendisinden önceki araştırmacının iddialarını teyit etmekle kalmamış, İngiliz medeniyetinin eşsiz eğitim kurumu Oxford’un kurumsal yapısını İslami vakıf kurumuna borçlu olduğunu iddia etmiştir. Akademik çalışmalar etki alanlarını genişlettikçe bu etkinin kısmi değil genel olduğuna dair kanaatleri doğruluyordu. Ancak genel bir etkiden bahsedebilmek için çok daha fazla veriye ihtiyaç vardı. Aksi takdirde bu iddia, akademik anlamda temelsiz bir iddia olarak bilimsellik düzeyine ulaşmamış olacak ve bir temenniden hatta vehimden ibaret kalacaktı. George Makdisi İslami eğitim kurumları, bu arada medrese eğitiminin İngiliz kültürü üzerindeki etkisine dair son derece ciddi araştırmalar yaptı ve bu alana ilişkin iki eser ortaya koydu. Konu ikinci kuşak araştırmacıların da ilgi alanı içinde olmayı sürdürdü. Baba Makdisi’nin araştırmalarına oğul Makdisi yenileriyle katkı sağladı. Araştırma verileri kısmi etkiden genel ve tümel bir etkiye işaret ediyordu. Nihayet J. Makdisi, kendisinden önceki tüm akademik ve bilimsel araştırmaları da arkasına alarak en güçlü ifadeyle şu iddiayı dillendirdi:Common law sistemini etkilemesi mümkün ve muhtemel tüm hukuk sistemleri, bu hukuk anlayışı ile doku farklılığına sahiptir. Bu nedenle sadece bir tek hukuk sisteminin etkisinden bahsedilebilir, o da İslam hukukudur. İslam hukukunun İngiliz Common law hukuk anlayışını hem kurumsal hem de kuramsal olarak etkilediği hatta onu şekillendirdiği yönündeki tez üzerinde araştırmalar yapan St.Thomas Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gonzalez, Makdisi’nin görüşlerini son derece kışkırtıcı ve bir o kadar da ikna edici bulduğunu ifade eder. Makdisi’nin bu etkileşim için makul bir güzergâh çizebilmiş olmasını tezin en güçlü yanı olarak zikreder. Görev yaptığı hukuk fakültesinde Mülkiyet Hukuku Derslerine giren Gonzalez kendi payına ve kendi dersi açısından etkileşim alanının belki küçük olduğunu ama böyle bir kültürel etkileşimin kaynağını bilmenin son derece önemli olduğunu vurgular. Gonzalez, Makdisi’nin bu iddiasının bilimsel mahfillerde yeterli ilgi ve desteği görememesinin temel nedeni olarak Oryantalizmin ideolojik gücüne işaret eder. İslam düşmanlığı/karşıtlığının yaygınlık kazandığı bir döneme denk gelmesinin bireysel kanaatleri etkilemiş olabileceği gerçeğini de göz ardı etmez, ancak asıl baskının Oryantalizmin ideolojik gücünden kaynaklandığını vurgular. Bu iddia ilkten duyanların kolaylıkla kabul edebilecekleri bir husus olmadığını belirtmemiz gerekir. Ayrıca bu tez, ideolojik bir yaklaşımı barındırdığı kuşkusu bir yana bu alandaki araştırmacıların da ifade ettiği gibi iddianın çok kışkırtıcı olduğunun da farkındayız. Bu alanda seri halde yayımlayacağımız çalışmaların ilki olarak bu makalede, genel bir değerlendirme yapacağız. Kurumsal ve kuramsal benzerlikleri sonraki makalelerde geniş olarak ele alacağız.
Yolcu, Abdullah: “Yargı Bağımsızlığı: Teori̇k Temeller, Tari̇hsel Geli̇şi̇m ve Modern Tehdi̇tler”, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 29, No: 51, 2024, s. 733-762.
Öz
Günümüzde demokratik yönetime sahip ülke iktidarlarının tamamı hukukun üstünlüğüne olan inançlarını dile getirmektedir. Bu ülkelerin hemen hemen tamamında yargı bağımsızlığına ilişkin temel ilkeler, uluslararası sözleşmeler ya da anayasal düzenlemeler ile yüksek güvenceler altına alınmaktadır. Yargı bağımsızlığı demokratik yönetimin vazgeçilmez unsuru kabul edildiğinden, yargının bağımsız ve tarafsız karar alması için dikkatle izlenmesi gereken etik değerler/ilkeler, birçok devletin ortak uzlaşı sağladığı uluslararası metinler ve bu metinler çerçevesinde oluşturulan ulusal düzenlemeler ile tesis edilmeye çalışılmaktadır. Hâkimin karar alma sürecinde herhangi bir iç ve dış etki altında kalmadan yalnızca yasalar çerçevesinde vicdani kanaati ile karar verme yetkisi yargı bağımsızlığı olarak ifade edilmektedir. Soyut hukuk kurallarının somut olaylara uygulanması olan yargı faaliyetinin yargı bağımsızlığına ilişkin temel etik değerler doğrultusunda yürütülebilmesi yargı kararlarının meşruluğu bakımından da oldukça önem arz etmektedir. Bununla birlikte antik dönemden modern devlete kadar doğrudan iktidarın, diğer etkenlerin ve yargı örgütünün kendi iç unsurlarının yargı kararlarına müdahale girişimleri olmuş ve olmaya devam etmektedir. Teknolojinin gelişimi ile insanlar arası etkileşimin kolaylaşarak artması yargı kararlarının medya ve özellikle sosyal medya aracılığı ile değerlendirilmeye açılması, yargının karar alma sürecinde baskısına maruz kaldığı yeni etkenlerden biridir. Bu çalışma ile uluslararası ve ulusal literatür kapsamında yargı bağımsızlığının önemi izah edilerek, karar alma sürecini olumsuz anlamda etkileyen geleneksel ve modern faktörler tespit edilerek bunların yargının karar alma sürecine tesiri açıklanmaya çalışılacaktır. Ayrıca modern faktörlerin yargıya müdahale girişimlerinin önlenebilmesi bağlamında çözüm önerileri sunulacaktır.
Sosyal Medya
Perşembe Mektupları - Doğruluk
Prof. Dr. Yasemin Işıktaç, Perşembe Mektupları’nın ikinci dizisinin “Doğruluk” başlıklı yeni bölümünü yayımladı.
Yeniden Basılanlar
Didin, Dilara Buket: Doğa Bilimlerinin Hukuk Felsefesine Etkisi: Modern ve Postmodern Paradigma Ekseninde Bir Değerlendirme, 3. bs, Adalet Yayınevi, 2025.
Didin, Dilara Buket: Mülkiyet ve Fikri Mülkiyetin Felsefi Temelleri, 2. bs, Ankara, Adalet Yayınevi, 2025.