Merhabalar! Öncelikle herkesin bayramını kutlarız. Aşağıda geçtiğimiz ay yayımlanan yapıtları ilginize sunuyoruz. Geri bildirimlerinizi ve katkılarınızı hfsgundem@gmail.com adresine bekliyoruz. Yakında yeniden görüşmek üzere!
Geçtiğimiz Ay: Mart 2025
Yayınlar
Kitaplar
Altuntaş, Fuat: Hukukta Akıl Yürütme Yöntemi Olarak Kıyas (Analoji), 1. bs, Ankara, Adalet Yayınevi, 2025.
Dülger, Muzaffer: Hakkaniyet Kavramı - Hukuki Esneklik Problemi Bağlamında Bir İnceleme, 1. bs, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2024.
Gülgeç, Yahya Berkol: Law, Norm, And System: An Introductıon To Legal Theory, 1. bs, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2025.
Günay, Cevdet İlhan: Adalet, Hukuk, Anayasa, 1. bs, Legem Yayınevi, 2025.
Işık, Alper: İnternet Aktörleri ve Egemenliğin Değişen Boyutları, 1. bs, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2025.
İşsevenler, O. Vahdet: Sinemadan Felsefeye Anlam ve Adalet Arayışı, Pinhan Yayıncılık, 2025.

Kaya, Semih Batur: Bir Demokrasi Hakkı Olarak Serbest Seçim, 1. bs, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2025.
Kılıç, Muharrem: İnsan Hakları Epistemesinin Dönüşümü -Değer, Norm ve Sistem Üçlemesi-, 1. bs, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2025.
Topuzkanamış, Engin: Kapuçin Maymunları Neden Salatalık Sevmez? - Hukuku Anlamak için Kısa Bir Giriş, 3. bs, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2025.
Uygun, Oktay: Türklerin Devletleşme Süreci, 1. bs, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2025.
Makaleler
Ağzıtemiz, Merve: “Di̇n ve Vi̇cdan Özgürlüğü İle Hayvan Refahı Arasındaki Denge Arayışı: Avrupa Özeli̇nde Bi̇r İnceleme”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 73, No: 4, 2025, s. 2571-2620.
Öz
Din ve vicdan özgürlüğü ve hayvan refahı, Avrupa hukuk sisteminde tartışmalara konu olan ve aralarında hassas bir denge kurulmasını gerektiren iki önemli kavramdır. Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bu konularda verdikleri kararlarda, din ve vicdan özgürlüğünün yanı sıra ayrımcılığa ilişkin hususları kısmen içeren bir karar yöntemi belirlemişlerdir. Mahkemeler tarafından verilen bu kararlar, belirli dini inanca sahip kesimlerde tartışmalara sebep olmuştur. Bu nedenle, söz konusu durumun ayrıca değerlendirilmesi gerekli görülmüştür. Bu çalışmada öncelikle, hayvan refahı ile din ve vicdan özgürlüğü kavramları ve bunların Avrupa Birliği (AB) hukuku ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) çerçevesinde nasıl ele alındığı üzerinde kısaca durulacaktır. Sonraki başlıklar altında, ABAD ve AİHM'nin bu konuyla ilgili kararları incelenecek ve güncel kararlara kadar olan süreç ortaya koyulacaktır. Bu arka planda ve verilen kararlar üzerinden din ve vicdan özgürlüğünün korunması ile hayvan refahı arasındaki dengenin nasıl kurduğu, bu denge çerçevesinde yorum ve hukuka uygunluk denetiminin nasıl yapıldığı ve ayrımcılığa/orantılılığa ilişkin kuralların nasıl ele alındığı değerlendirilmeye çalışılacaktır. Sonrasında ise güncel kararlar ele alınacaktır. Bu sayede, din ve vicdan özgürlüğü ile hayvan refahı arasındaki karmaşık ilişki ele alınırken, ayrımcılık ve orantılılık ilkelerine dayanarak dengeli bir yaklaşım benimsenip benimsenmediği ortaya koyulmaya çalışılacaktır.
Akkuş, Ezgi Fulya: “Kadına Yönelik Şiddet Üzerine Bir Karşılaştırmalı Anayasa Yargısı İncelemesi”, Kadın/Woman 2000, C. 25, No: 2, 2025, s. 165-186.
Öz
Kadına yönelik şiddetle mücadele, 21. yüzyılın en önemli toplumsal hedeflerinden biri olarak öne çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler, bu soruna özellikle Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Dair Sözleşme (CEDAW) başta olmak üzere çeşitli araçlar yoluyla dikkat çekmektedir. Bu çalışma, kadına yönelik şiddetin insan hakları ihlali olarak ele alınmasını, ulusüstü yargısal denetim mekanizmaları bağlamında ve yargısal diyalog çerçevesinde incelemektedir. Kadına yönelik şiddet vakalarını değerlendirirken ulusüstü denetim mekanizmaları, benzer nitelikteki normları, yargısal diyalog yoluyla birbirleriyle uyumlu bir şekilde yorumlamaktadır. Bu etkileşim, bu tür ihlallerin denetim ve ele alınmasında dikkate alınması gereken evrensel standartların geliştirilmesini sağlamaktadır. Geliştirilen bu standartlar, daha sonra hem ulusal hem de ulusüstü yasal çerçeveleri etkilemektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Opuz/Türkiye Kararı, Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesi’nin Cotton Field Kararı ve Amerikalılar Arası İnsan Hakları Komisyonu’nun Lenahan Raporu, kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyete dayalı bir insan hakları ihlali olduğunu ve devletlerin bu bağlamdaki pozitif yükümlülüklerini vurgulamaktadır. Bu çalışma, ulusüstü yargısal organlar arasında geliştirilen etkileşimlerin, insan haklarının korunmasında dönüştürücü bir rol oynadığını amaçlı örnekleme yöntemi kullanarak ortaya koymaktadır.
Aksan, Gamze; Zarbighalehhammami, Shakib : “Analysis of Hijab Ban Practices in Iran After 2022 in Terms of Panopticon Theory: A Case Study”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 33, No: 1, 2025, s. 745-775.
Abstract
In contemporary Iran, the expansion of surveillance technologies has enabled the state to exercise precise and systematic control over its citizens, reinforcing a centralized and authoritarian governance model. In response to the women's resistance against compulsory hijab, the Iranian government has introduced and enforced stringent legal measures that not only monitor women's dress across various social domains but also curtail their broader social freedoms. This study critically examines the surveillance strategies embedded in policies such as the Chastity and Hijab Bill and the deployment of hijab enforcers in public spaces, analyzing them through the lens of Foucault's panopticism. Findings from this case study suggest that the extensive monitoring and enforcement of hijab regulations—whether by morality police or state-sanctioned enforcers—undermine women's sense of identity and self-worth, leading to a pervasive culture of self-discipline. These coercive measures, when examined in the broader socio-political framework, appear to function as part of a comprehensive disciplinary apparatus designed to reinforce gendered power hierarchies through systemic domination. This research contributes to a deeper understanding of the intricate mechanisms of surveillance and control in Iran and their far-reaching implications for women's rights and individual autonomy.
Aydın, Özgür: “İbn-i Haldun’un Asabiyet Teorisi Temelinde Devletin Göç Planlaması ve Göçmenlerin Hakları İlişkisi”, Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 14, No: 2, 2025, s. 757-779.
Öz
Bu makalede, devleti oluşturan temel unsurlardan birisi olarak kabul edilen nüfus unsuru üzerine İbn-i Haldun’un asabiyet teorisi temelinde yaklaşımı ve modern devletin hukuk düzeninde dayandığı göçmen hakları ilişkisi incelenmektedir. İnsanların birbiri ile dayanışmasının oluşturduğu toplumdan herkesin evrensel kurallara göre hareket ettiği kalabalıklara dönüşüm, modern devletler açısından nüfus unsurundaki niteliğin takip edilmesini zorlaştırmaktadır. Özellikle kısa süreli seyahatlerle alışıldık hale genel kent hareketliliğinin yanında, göç ile gelenlerin oluşturduğu kalabalıklar, modern devlette nüfus unsurunu takip etme yükümlülüklerini önemli hale getirmiştir. Bilindiği üzere devlet oluşumundan bahsedebilmek için egemenlik ve ülke unsurlarının yanında nicelik olarak yeterli insan topluluğuna ve nitelik olarak birtakım bağlarla bir arada yaşama iradesine gerek vardır. Aksi takdirde, salt kalabalık halde yaşayan insan toplulukları bir devlet oluşturmazlar. İbn-i Haldun, tarihsel verileri ve dönemindeki sorunları gözlemleyerek devletin nüfus unsurunu incelemiştir. Onun nüfus unsurunu oluşturan insan topluluğundaki dayanışmaya karşılık geliştirdiği asabiyet teorisi, nüfus ve göç planlamasında dikkat edilmesi gereken hususlara açıklık getirmektedir. Siyasi iktidarların üzerine kuruldukları toplum içinde asabiyetin beklediği dayanışmayı sağlama görevlerinin bulunduğuna işaret eden İbn-i Haldun’a göre, bu görevin hakkıyla yerine getirilmemesi durumunda çözülme yaşanmaktadır. Ekonomik krizlerde, savaşlarda ve doğal afetlerde bir devletin güçlü olabilmesini sağlayan asabiyetin beklediği dayanışmadır. İnsanların haklarına erişme konusunda şüphe duymadığı bir devlete vatandaş olması, modern dönemde gözetilen dayanışmanın temelinde yer almaktadır. İbn-i Haldun’un önerileri doğrultusunda planlanan çalışmanın içeriği; düşünürün asabiyet teorisi bakımından nüfus unsurunu oluşturan toplumun niteliği, nüfus planlamasının gerekliliği ve göç edenlerin hakları ile yükümlülükleri arasındaki ilişkiden oluşmaktadır.
Aydoğdu, Burçin: “A Perspective on the Debate About Justice Between Socrates and Callicles: Implications from Al-Farabi”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 33, No: 1, 2025, s. 615-629.
Abstract
The debate on justice between Socrates and Callicles in Plato’s Gorgias presents a clash of perspectives. Callicles contends that justice arises naturally from the dominance of the stronger over the weaker, reflecting the primal order of nature. In contrast, Socrates advocates for a conception of justice grounded in virtue, emphasizing harmony and self-discipline as the foundation of a just society. Al-Farabi, a later interpreter of Plato’s works, offers a synthesis of these seemingly opposing views in his Ideal State, where he defines justice in two distinct senses. The first, natural sense of justice, aligns with Callicles’ perspective, while the second, civil sense of justice, corresponds to Socrates’ vision of justice as a product of societal conventions. This paper explores whether Al-Farabi reconciles these dual definitions of justice and examines the implications of his interpretation for understanding Plato’s evolving philosophical viewpoint.
Bulgurcu Soysal, Hilal: “Değiştirilmiş Etiketleme Teorisi ve Damgalanmanın Sosyopsikolojik Etkileri: Suç İşlemiş Bireyler Üzerine Fenomenolojik Bir Araştırma”, İnsan ve Toplum, C. 15, No: 1, 2025, s. 123-157.
Öz
Bu çalışma, cezaevi sonrası deneyimlenen sosyal tepkilerin, özellikle de damgalanmanın sosyopsikolojik etkilerini ve suç tekrarındaki rolünü anlamayı amaçlamaktadır. Fenomenoloji deseni kullanılarak gerçekleştirilen bu araştırmada, Karaman ilinde yaşayan 26 denetimli serbestlik yükümlüsü ve 9 eski hükümlü ile derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiş ve sosyal tepkilerin mükerrer suçlulukla ilişkisi incelenmiştir. Araştırma verileri MAXQDA nitel veri analiz programı kullanılarak analiz edilmiştir. Elde edilen bulgular, araştırmanın teorik arka planını oluşturan damgalama yaklaşımı ve yerel literatürde ilk kez ele alınan değiştirilmiş etiketleme teorisinin varsayımları üzerinden tartışılmıştır. Bu çalışmanın sonucunda, bireylerin toplumsal yaşama katılımını engelleyerek ve suçlu kimliğin benimsenmesine yol açarak, damgalamanın suç tekrarı üzerinde belirleyici bir faktör olduğu ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte değiştirilmiş etiketleme teorisinin öne sürdüğü damgalanma olasılığı olan bir özelliğe sahip bireylerin (suçlu, akıl hastası vb.), damgalama ile baş etmek için çeşitli stratejiler geliştirdiği yönündeki iddiaların katılımcılar arasında varlık bulduğu görülmüştür. Nitekim araştırma, damgalanmanın yaşamsal fırsatlara engel teşkil ederek dolaylı ya da doğrudan suç tekrarını tetiklediğini ortaya koymuştur.
Bulut Erhan, Zeynep: “International Law and Politics: An Analysis of Martti Koskenniemi’s Article”, Karatekin Hukuk Dergisi, C. 3, No: 1, 2025, s. 48-56.
Abstract
This paper critically reviews The Politics of International Law by Martti Koskenniemi, a seminal work that examines the liberal concept of the Rule of Law through a critical lens. Koskenniemi highlights the inherent tensions between normativity and concreteness in international law, as well as the interplay between rule-based and policy-based approaches. While his analysis offers significant insights into the political nature of international law and its dependence on state sovereignty, his arguments are marked by ambiguity and a lack of definitive conclusions. This paper summarises Koskenniemi’s key arguments, including his critique of liberalism, the indeterminacy of international legal argumentation, and the role of international lawyers in navigating the relationship between law and politics. The discussion evaluates these ideas from multiple perspectives, incorporating views from critical legal theory and legal realism. Although Koskenniemi raises important questions about sovereignty, sources of law, and the objectivity of international legal norms, his work is critiqued for its circular reasoning and lack of clarity. This review concludes that Koskenniemi’s contribution lies in his nuanced critique of the liberal foundations of international law, even as his failure to resolve key dilemmas leaves room for further scholarly debate. The aim of this paper is to review The Politics of International Law by outlining a straightforward framework, without engaging in a deep academic discussion.
Çatal, Betül: “Yapay Zekanın Karar Verme Süreci̇nde Kullanılması”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 33, No: 1, 2025, s. 311-348.
Öz
Teknolojide yaşanan hızlı değişim ve dönüşümler sayesinde yapay zeka gibi bazı kavramların önemi giderek artmaktadır. Yapay zekanın sağlıkta, eğitimde, medya ya da bankacılık gibi sektörlerde sıklıkla kullanılması ve alınan olumlu sonuçlar neticesinde hukuk sistemine yapay zekanın uygulanabilirliği konusu tartışılmaya başlanmıştır. Yapay zekanın hızlı karar alma yeteneği, karşılaştır-malı değerlendirmeler yapabilmesi karar verme süreçlerinde olumlu katkılar sağlayacaktır. Karar verme süjesinde çok önemli bir role sahip olan hakimler, kendi vicdani kanaatlerine göre karar vermektedir. Günümüzde artan dava sayıları nedeniyle hakimlerin oldukça fazla iş yükü bulunmaktadır. Bu çalışmada hakimlerin gittikçe artan bu iş yüküne yapay zekanın ne şekilde destek olabileceği ve daha adil ve hakkaniyete uygun karar verme sürecinde yapay zekanın rolü tartışılacaktır.
Çavuşoğlu, Alper: “Neoliberalleşen Türkiye’de Gündelik İlişkilerin Ritüel Düzeninin Dönüşümü: Yabancılaşma, Değersizleşme ve Hiçleşme”, Birikim Dergisi, No: 431, 2025, s.74-84.
Değerli Velet, Ayşe : “Blood Libel in Ottoman Lands: Victims, Perpetrators and the Attitude of the Rulers”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 27, No: 1, 2025, s. 169-194.
Abstract
From the twelfth to the twentieth centuries, Jews were frequently subjected to blood libel—a baseless and deeply ingrained myth accusing them of abducting and murdering Christians for use in religious rituals. While the most notorious instances of these accusations occurred in Italy, Germany, and England, similar incidents were reported across the Mediterranean, including in the Ottoman Empire. Blood libel emerged in Ottoman territories in the fifteenth century and persisted sporadically. Accusations often led to violent attacks on Jewish communities, including significant incidents in Amasya (1530), Jerusalem (1546), Phokaia (1560), Ragusa (1622), Istanbul (1633), Zante (1712), Aleppo (1830), and during the infamous cases in Damascus and Rhodes (1840), as well as Izmir (1872 and 1901). While some Catholic elites in the Ottoman Empire supported these libels, most Ottoman officials actively condemned them. Three Ottoman sultans—Suleiman the Magnificent (1545), Abdulmecid (1840), and Abdulaziz (1866)—issued edicts explicitly denouncing the accusations and taking measures to protect Jewish communities. This study explores the historical development of blood libel within the Ottoman context, examining its impact on Jewish communities and the state’s response as a matter of domestic law. Drawing on archival records and existing scholarship, it highlights the Empire’s approach to maintaining pluralistic coexistence while mitigating intercommunal tensions. Furthermore, by evaluating these accusations within the framework of Gramsci’s Theory of Hegemony, the study explores how blood libel functioned as a hegemonic tool employed by Christian minorities to marginalize Jews, and how the Ottoman state’s counter-hegemonic policies sought to uphold justice and social harmony. This analysis underscores the complexities of managing diversity in a multiethnic empire and offers insights into the enduring relevance of combating divisive narratives in pluralistic societies.
Düzgün, Oğuz: “Adaletin İmkânına Dair Poetik Bir Yorum: Kant’la Birlikte Sonsuza Bakmak”, Kaygı. Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, C. 24, No: 1, 2025, s. 200-231.
Öz
Poetik ve felsefe arasında çeşitli ilişkilerin bulunduğu düşüncesi Kant’ın, Yargı Gücünün Eleştirisi adlı eserinde kendisini göstermektedir. Kant'ın dâhi insanlara örnek olarak gösterdiği kişiler, Homer ve Wieland gibi şâirlerdir. Düşünürün estetik ideaları göstermek ve estetik fikrin üretken hayal gücüyle ilgili karmaşık deha mekanizmasını gün ışığına çıkarmak için kullandığı örnek; Büyük Frederick tarafından yazılmış bir şiirdir. Bu şiir kralın adalet arayışına örnek olarak gösterilir. Titremekte olan bir alev gibi ya da akmakta olan bir dere gibi örnekler, Kant’ın poetik doğa olayları bağlamında verdiği örneklerdir. Kant’ın, şiiri hitabetten daha dürüst olarak görmesi, hitabet sanatı için yaptığı eleştirilerin şiire yönelik olmadığını da gösterir. Bu durumda Kant açısından, hitabetten beklenemeyecek olan âdil/doğru eylemler şiirden beklenebilecektir. Dilde tezahür eden zaman-mekân sınırlarından kurtulmanın imkânı da şiirle ve Yüce’yle kendisini gösterecektir. Poetik kavramının diğer sanatlar yanında mimarlık sanatıyla da ilgili bir kavram olduğu da anlaşılmaktadır. Bu çalışma Kant’ın şiir sanatı, mimari ve Yüce benzeri estetik kavramlar bağlamında gerçekleştirdiği adalet yürüyüşüne odaklanmaktadır. Estetikle siyaset ve poetikle adalet arasında bağlantı kurma arayışı, sonraki düşünürleri ve sanatçıları da etkileyen Kant’a özgü bir buluş olarak kendini göstermektedir.
Erdal, Selcen: “‘Uluslararası Hukukun Kara Deli̇ği̇’: İsrai̇l ve ‘Küresel Vi̇cdanın Umut Işığı’: Uluslararası Ceza Mahkemesi̇”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 33, No: 1, 2025, s. 559-576.
Öz
8 Ekim 2023 tarihinden itibaren Filistin’de yaşananlar, uluslararası toplumu ağır bir felaket ile yüzleştirmiş; İsrail’in Filistin halkını hedef aldığı askeri operasyonları ile “soykırım suçunun”, “insanlığa karşı suçların” ve “savaş suçlarının” işlendiği büyük bir trajedi gözler önüne serilmiştir. Uzman kuruluşların güncel raporları; İsrail’in operasyonları sonucunda, çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 40 binin üzerinde Filistinlinin yaşamını yitirdiğini, 90 binin üzerinde Filistinlinin yara-landığını ve Gazze’deki nüfusun neredeyse tamamının yerinden edil-diğini ortaya koymuştur. Sağ kalan Filistinlilerin ise -insani yardım akışının da İsrail tarafından engellenmesi nedeniyle- açlığa, susuzluğa ve benzeri görülmemiş bir yoksunluğa terk edildiği aktarılmıştır. Bu duruma ilişkin olarak, uluslararası hukukun sağladığı araç ve yöntem-ler çerçevesinde çözümler aranmışsa da İsrail durdurulamamıştır. Bu-nunla birlikte, Uluslararası Ceza Mahkemesi 1 numaralı Ön Yargılama Dairesi, Roma Statüsü hükümlerine dayanarak, İsrail Başbakanı Ne-tanyahu ile dönemin Savunma Bakanı Gallant hakkında “tutuklama emri” çıkarılmasına karar vermiş ve böylelikle, Gazze’de süren insani felaketin başlıca sorumlularına hesap verecekleri mesajını iletmiştir.
Geçimli, Gözde: “Toplum ve Doğa İkiliğinden Örgüt Sosyolojisine Bakış”, İnsan ve Toplum, C. 15, No: 1, 2025, s. 46-77.
Öz
Örgüt sosyolojisi alanında ilk çalışmalardan günümüze dek doğa ve toplum etkileşiminin belirleyiciliği göz ardı edilemez bir boyut kazanmıştır. Başlangıçta doğa ve toplum ilişkisi, analojik bir bağlamda değerlendirilmiş olsa da zamanla bunun analojiden öte organik bir ilişki sergilediği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bu çalışma, doğa ve toplum arasında kurulan ilişkinin, örgüt sosyolojisinin temel kuramlarının şekillenmesindeki güçlü etkisini merkeze almaktadır. Çünkü bu merkez, doğa ve topluma dair yeni bilgilerden yola çıkarak kurulacak yeni ilişkilerin, sosyolojik perspektifle mevcut örgütlenme biçimlerini analiz ederken dikkate alınması gerekliliğinin altını çizmektedir. Ayrıca söz konusu etkinin ortaya koyduğu bağlam üzerinden hareket etmek, örgüt sosyolojisi tarihinde geliştirilen teorilerin ve paradigmaların örgütlenmesinde de yine doğa ve toplum ikiliğinin ne denli önemli olduğunu gösterecektir. Bu doğrultuda bu inceleme, örgüt teorisi literatüründeki söz konusu düalizmi görünür kılacak şekilde biyoloji ve sosyoloji analojisi kapsamında sınırlandırılmıştır. İlgili sınırlandırma ve incelemeler kuramsal tartışmanın seyrini takip etmeyi kolaylaştıracak şekilde tarihsel bölümlere ayrılarak ele alınmıştır. Dolayısıyla çalışma, 20. yüzyılın başından günümüze dek örgüt teorilerinin gelişimlerinde rol oynayan doğa bilimsel ve sosyal bilimsel etkileri incelemeye odaklanmıştır. Bu odak, doğa ve toplum bağlantısı üzerinden kurulan analojik ve organik ilişkinin örgüt sosyolojisi kapsamındaki belirleyici gücünü ön plana çıkararak, alandaki yeni tartışma ve analizlere katkı sağlayan bir zemin oluşturmaya imkan verecektir.
Gülgeç, Yahya Berkol: “On the Nature of and Some Challenges to Parliamentary Sovereignty: A Jurisprudential Perspective”, Ankara Barosu Dergisi, C. 83, No: 1, 2025, s. 423-483.
Abstract
The article ultimately claims that the classical formulation of parliamentary sovereignty, properly understood, survives the most contemporary and relevant challenges it faces. The first part is reserved for the examination of the content and the source of the principle. The Diceyan conception of the principle is elaborated and defended against Wade’s version. Then, based on the Allan – Goldsworthy argument, the article determines that it is theoretically more appropriate to conceive of the principle as the rule of recognition. The second part focuses on the most contemporary and relevant challenges to the principle. These are the Parliament Acts 1911 and 1949, the European Communities Act 1972, and the Human Rights Act 1998. The challenge posed by the Parliament Acts fails because the Acts do not legally restrict the Parliament. Similarly, based on the distinction between normative hierarchy and the primacy of application, the European Communities Act needs to be conceived of as relating to the obligations of the law-applying officials and not the Parliament. Lastly, the four challenges raised by the Human Rights Act fail based on discussions surrounding the doctrine of implied repeal, the concept of normative collision, and the distinction between constitutional and ordinary statutes.
Hamurcu, Onur: “Di̇ji̇tal Hakların Haklar Si̇stemati̇ği̇ İçi̇ndeki̇ Konumu ve Devleti̇n Sorumluluk Alanı”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 33, No: 1, 2025, s. 577-614.
Öz
Zamanın ve teknolojinin ilerlemesi, temel haklara yönelik kuşak sınıflandırmasına yeni yaklaşımları da beraberinde getirmektedir. İnternete erişim ve unutulma hakkı gibi bazı haklar doğrudan dijital dünyaya ilişkin olabilirken, ifade hürriyeti, kişisel verilerin kullanılması ve hatta seçim hakkına ilişkin düzenlemeler de dijital ortamda cereyan etmektedir. Dördüncü kuşak haklar içerisinde değerlendirilen dijital haklar kendine has yeni bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hakların tanınması, korunması ve kullanılması farklı uygulamaları ve yaklaşımları da beraberinde getirmektedir. Bu açıdan dijital haklara ilişkin anayasal ilkeler getirilmesi, kanuni düzenlemelerle bu hakların çerçevelenmesi, devletin bu haklara ilişkin koruma alanının netleşmesi ve öngörülebilir olması ile son kertede dijital okur-yazarlığın artırılarak, dijital haklara erişim imkanının, toplumun her kademesine yayılması son derece önemlidir ve hatta zorunluluktur.
Hao, Qian: “Inside China’s Embrace of Foreign-Related Rule of Law: Legal Education as Part of National Strategy”, Legal Hukuk Dergisi, C. 266 (Şubat), No: 266 (Şubat), 2025, s. 459-486.
Abstract
China’s legal education occupies a unique and vital role within the national strategy to modernize its legal system—a system that has underpinned the country’s rapid ascent. This paper analyzes this often-overlooked facet of China’s development by situating legal education within the broader framework of governmental initiatives. Faced with the challenge of establishing a functional legal infrastructure with extremely limited resources, China’s policymakers have adopted two primary approaches since the late 1970s. First, they have concentrated most legislative efforts on the large-scale transplantation of Western laws. Second, they have effectively transformed law schools into hubs for generating legislative knowledge and training legal professionals. The Foreign-Related Rule of Law initiative, the latest manifestation of the state-directed strategy, continues to shape legal education by introducing new objectives and challenges. This paper argues that to fully comprehend China’s path to modernization, one must understand how legal education is embedded within its grand national development strategy.
Işık, Alper: “Bir Orta Çağ Düşünürü Olarak Dante ve Seküler Düşünceye Katkısı”, Ankara Barosu Dergisi, C. 83, No: 1, 2025, s. 629-659.
Öz
İtalyan düşünür Dante, yaşadığı dönemde papalık, imparatorluk ve şehir devletlerinin güç mücadelesine tanık olmuş ve bunun sonucunda yaşadığı şehir olan Floransa’dan sürgün edilmiştir. Sonrasında gösterdiği çabalar, düşünürün Floransa’ya geri dönmesini sağlamamış ve sürgünde hayatını kaybetmiştir. Dante bu sürgün döneminde hem edebi hem de felsefi alanda önemli eserler kaleme almıştır. Bu eserlerden De Monarchia (Monarşi), papalık ve imparatorluğun birbirlerine karşı üstünlük iddialarını, tarihsel olayları da ele alarak değerlendirmekte ve yaptığı tespitlerle her iki iktidarın da meşruiyetini ayrı ayrı Tanrı’dan aldığını ortaya koymaktadır. Dante bu görüşleriyle seküler düşünceye kapı aralayan düşünürlerden bir olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Dante bu eserde papalığın üstünlüğü için ortaya atılan iddiaları çürütmeye çalışırken, aynı zamanda evrensel bir monarşinin dünya barışı için zorunluluk olduğunu da öne sürmektedir.
Işık, Alper: “Stoa Düşüncesinde Doğal Hukuk ile Kozmopolis Kavramları ve Yansımaları”, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 10, No: 1, 2025, s. 151-170.
Öz
Helenistik dönemde ortaya çıkan önemli düşünce okullarından biri olan ve Zenon tarafından kurulduğu kabul edilen Stoacılık Antik Yunan dünyasında etkili olmuş önemli düşünce okullarından biridir. Stoa düşüncesinin ilk dönemlerine ilişkin yazılı kaynaklar sınırlıdır. Ancak bu döneme ilişkin olarak Zenon’un öğretileri kabul görmektedir. Sonrasında ortaya çıkan orta dönem Stoa düşüncesi ise yönünü pratik felsefeye çevirmiştir. Stoacı düşüncenin özünde insanların akıllarını kullanarak doğa yasalarını keşfetmesi ve bu yasalara uygun olarak yaşamaları yatmaktadır. Dolayısıyla bu yetiye sahip olan insanlar bir dünya devletinin yurttaşları olabileceklerdir. Bu dünya devletinde ise akılla erişilen doğal yasalar hakim olacaktır. Stoacı düşüncenin buradan yola çıkarak ortaya attığı kozmopolis düşüncesi ve doğal hukuk anlayışı Roma İmparatorluğunda sıklıkla kabul görmüştür. Temel olarak siyasi düşünceye mesafeli duran Stoacılık, özellikle Roma dönemine denk düşen ve geç dönem Stoacılık olarak adlandırılan dönemde siyasi açıdan önem kazanan bir düşünce okulu olmuştur. Bunun en temel sebebi Stoacılığın içinde yer alan kozmopolis düşüncesiyle Roma İmparatorluğu’nun bir dünya devleti olma iddiasının örtüşmesidir. Özellikle düşünsel anlamda Cicero ve Seneca bu düşüncenin Roma’da tanınmasını ve yayılmasını sağlamıştır. Bir Roma İmparatoru olan Marcus Aurelius da Stoacı düşüncenin önemli bir temsilcisi olarak kabul edilmektedir. Roma sonrasında Hıristiyanlığın etkisi artmış ve bu durum Stoacı düşünceyi de başka şekillerde var olmaya itmiştir. Tarihsel sürecin farklı dönemlerinde doğal hukuk ve kozmopolis düşünceleriyle etkisini sürdüren Stoa düşüncesinin günümüzde de etkili olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Kapçak, Cemal Bilge: “İnsan Sermayesi̇ Yaklaşımının Kuramsal Eleşti̇ri̇si̇ ve Amartya Sen ve Maslow’un Öğreti̇leri̇ Işığında Yeni̇ Bi̇r Sosyal ve Ekonomi̇k Kalkınma Modeli̇”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 27, No: 1, 2025, s. 29-47.
Öz
Bu çalışma, para kazanmaya ve başarılı olmaya endeksli bir yaşamın eleştirisidir. Aynı zamanda İnsan Sermayesi Yaklaşım’ında ihmal edilen insanın psikolojik boyutuna vurgu yapılarak, Sen ve Maslow’un teorileri ışığında yeni bir sosyal ve ekonomik kalkınma modeli ortaya konulmaya çalışılmıştır. Sen’in Kalkınma Yaklaşımı, Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi’nin devamı niteliğinde bütüncül bir biçimde ele alınarak incelenmiştir. Kendini gerçekleştirme olgusu Maslow’a göre bir bitiş noktası iken, Sen’e göre bir başlangıçtır. Bu perspektiften ele alınan bu çalışma gerek bireysel gelişim gerekse toplumsal kalkınma bağlamında kollektif bir iş birliği aracılığıyla rasyonel uygulamaları gerektirmektedir. Dolayısıyla uygulamaların yeniden üretimine önayak olabilecek, farkındalığı yüksek politika üreticilerine ve örgüt yöneticilerine büyük iş düşmektedir. Toplumdaki her bir ferdin potansiyelini açığa çıkarmaya dönük ortaya konan uygulamaların toplumsal iş birliği içerisinde başarıya ulaşması ve bunun sürdürülebilirliğinin sağlanması, ortak değer ve davranış haline dönüşmesi bireyi de toplumu da dönüştürecektir. Türkiye özelinde modelin uygulanabilirliği güç olsa da düşünsel anlamda ortaya konulması bile önemli görülmektedir. “Aydın insan” yetiştirebilmenin kilit bir rol oynadığı modelde, sınav kaygısının giderilmesi ve öğrenmenin hazza dönüştürülebilmesi iki kritik noktayı oluşturmaktadır.
Karadeniz, Yasin: “Mali̇ Yerelleşmeni̇n Hükümet Etki̇nli̇ği̇ Üzeri̇ndeki̇ Etki̇si̇: OECD Ülkeleri̇nden Kanıtlar”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 27, No: 1, 2025, s. 15-28.
Öz
Bu çalışma, 32 OECD ülkesinde 2003-2021 dönemi için mali yerelleşmenin hükümet etkinliği üzerindeki etkinliğini araştırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca çalışma, yolsuzluğun kontrolü, politik istikrar ve hukukun üstünlüğü göstergelerinin mali yerelleşme ile etkileşiminin hükümet etkinliği üzerindeki etkisini de ele almaktadır. Arellano-Bover/Blundell-Bond (1998)’un İki Aşamalı Sistem Genelleştirilmiş Momentler Metodu ile yapılan analiz sonuçları, mali yerelleşme ile hükümet etkinliği arasında pozitif bir ilişkinin varlığını ortaya koymaktadır. Ek olarak, mali yerelleşmenin artışıyla birlikte yolsuzluğun kontrolü, politik istikrar ve hukukun üstünlüğündeki iyileşmelerin de hükümet etkinliği üzerinde güçlü ve pozitif bir etkisi bulunmaktadır.
Kararmaz, Furkan: “Ulusal Bağlamda Yumuşak Hukuk: Tanım, Geçerlilik ve Etkinlik Sorunları”, Ankara Barosu Dergisi, C. 83, No: 1, 2025, s. 303-375.
Öz
Bu makalede, ulusal hukuk bağlamında yumuşak hukukun tanımı, geçerliliği, etkinliği ve uygulamadaki etkileri inceleniyor. İlk bölümde, yumuşak hukukun kesin bir tanımının yapılamadığı ve modern hukuk içinde tartışmalı bir yer tuttuğu vurgulanıyor. İkinci bölümde, ulusal düzeyde kullanılan başlıca yumuşak hukuk araçları tanıtılıyor. Üçüncü bölümde, yumuşak hukukun geçerliliği konusundaki farklı bakış açıları ele alınıyor. Burada pozitivist ve pragmatist yaklaşımların yumuşak hukuk bakımından aralarındaki uzlaşmazlıklar belirtilerek temkinli pragmatik bakış adı altında üçüncü bir yol öneriliyor. Dördüncü bölümde, yumuşak hukukun hangi yöntem ve süreçlerle etkinlik kazandığı inceleniyor. Son bölümde ise yumuşak hukukun uygulamada sağladığı olanaklar ve yarattığı sorunlar karşılıklı tartılıyor. Sonuç olarak bu kapsamdaki araçların geçerlilik, demokratik meşruiyet ve etkinlik bakımından taşıdıkları belirsizlik ve riskler nedeniyle sınırlı ve geçici olarak kullanılması öneriliyor.
Kaya, Semih Batur: “Anayasacılığın Uluslararası Hukuk ile Etkileşimi: Anayasalaşmanın Kavramsal Boyutları”, Ankara Barosu Dergisi, C. 83, No: 1, 2025, s. 597-627.
Öz
Anayasacılık hak ve özgürlüklerin garanti edici fonksiyonunu ifa ettiği ilkeler ve kurumlar manzumesidir. Anayasa buradaki ilke ve kurguların somutlaştığı en üst düzeydeki hukuki belgelerdir. Bu doğrultuda anayasalaşma, ilerici haklar doktrinin harekete geçtiği bir alanı ifade etmektedir. Bu yönüyle anayasalaşma, anayasacılığın haklar paradigması ile ilgili ulus ötesi güçlü normatif iddialarda bulunmaktadır. Bu aynı zamanda ulusal üstü yapı ve kurumların işleyişine ilişkin önemli bir gerekçelendirme sunmaktadır. Dolayısıyla anayasalaşmanın yapılandırma eksenli kurucu bir hedef seçtiği ve bunu gerçekleştirmek için muhtemel işbirlikçi alanları aradığı giderek önem kazanan bir gerçekliktir. Gerçekten de ulusalın ötesinde anayasal normların doğuşu, geleneksel devlet anlayışını ve diğer uluslararası aktörün sahip olduğu statükoya dair kimlik değiştirme ve normatif olarak kendini sınırlamayla beliren yeni bir sürece işaret etmektedir. Böyle olunca, küresel toplulukların yönetişim standartları yararına gelişen anayasal normların, bunlara dair gerekli hukuki tutarlılığı sağladığı ve küresel hukuk devleti ve demokratik çoğulculuğu gerçekleştirebileceği görülmektedir. Çalışmamız tüm bu mülahazalar ekseninde anayasacılık anlayışının uluslararası hukuk bakımından da paradigma olarak ele alınmasını gaye edinmektedir.
Küçük, Semiha: “Tocqueville Perspektifinden Demokratik Devletlerdeki Bireylerin Huzursuzluğu”, Kaygı. Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, C. 24, No: 1, 2025, s. 286-316.
Öz
Bu çalışmada Alexis de Tocqueville’ in demokrasi rejimi üzerine düşünceleri temel alınarak, günümüz demokratik devletlerinde yaşayan bireylerin huzursuzluğu ele alınmıştır. Öncelikle Tocqueville’ in demokratik toplumun dinamikleri ve bu bağlamdaki rollerini derinlemesine inceleyen Amerika’da Demokrasi adlı eserindeki toplum analizlerinden hareketle, demokrasinin temelinde yer alan eşitlik, özgürlük ve bireycilik üzerine düşüncelerine yer verilmiştir. Tocqueville açısından bu üç kavram yalnızca demokratik devletler tarafından yurttaşlarına sağlanan kavramsal ve hukuki tanımlamalar değil; aynı zamanda yurttaşlarının karakteri ve yaşam pratiklerini her boyutta doğrudan şekillendiren birer idealdir. Bu sebeple Tocqueville demokrasiye dair doğru bir araştırmanın halkın yaşam, örgütlenme ve yönetime katılma pratiklerini kapsayacak bir analize gerek duyduğunu düşünmektedir. Bir rejimin temelleri ve geleceği o rejimde yaşamını sürdüren bireylerin karakter ve ruhunda da kendini göstermektedir. Bu minvalde demokrasinin idealini bireylerin özgürlük ve eşitliği aynı anda mükemmel bir birliktelikte tecrübe etmesi olarak betimleyen Tocqueville, bu idealin imkanını ve geleceğini rejim ile halk arasında bir örtüşme ile değerlendirmektedir. Bu açıdan çalışmamızda Tocqueville ’in Amerikan demokrasisinin bireylere sunduğu ‘koşulların eşitliği’ ve ‘hakiki özgürlük’ idealleri bağlamında bireycilik yaklaşımı incelenmiştir. İkinci başlıkta ise Tocqueville’ in bu düşünceleri günümüz demokratik devletlerindeki bireylerin tecrübeleri ile karşılaştırılmıştır. Bireycilik, bireylerin eşitlik ve özgürlük tecrübeleri üzerinden bir tür huzursuzluk sarmalında yaşayan yurttaşlar ile görünür olmaktadır. Böylece çalışmanın amacı, bireyciliğin duygu yerine yanlış bir yargıdan kaynaklandığını söyleyen Tocqueville ’in bugünün demokratik bireylerinin hissettiği huzursuzluk sarmalının bulunup bulunmadığı düşündürebilmek ve günümüz demokrasilerinin bireycilik anlayışının egoizme doğru bir yolculuğunun olup olmadığını sorgulamak ve günümüzde de ‘eşit’ ve ‘özgür’ olması ile bireyciliğiyle övünen bireylerin despotizm tehlikesi karşısında geleceğini tahayyül edebilmektir.
Özkan, Zeynep: “Anayasal Ki̇mli̇k Kavramı ve Türki̇ye Üzeri̇ne Bi̇r Değerlendi̇rme”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 73, No: 4, 2025, s. 2327-2378.
Öz
Anayasal kimlik, henüz anlamı üzerinde uzlaşı olmayan; ancak ulusal ve ulusalüstü mahkeme içtihatlarında çeşitli nedenlerle yer verilen tartışmalı bir kavramdır. Kavramın iki farklı anlamı, Michel Rosenfeld ve Gary Jacobsohn tarafından ortaya konulmuştur. Kavramı açıklamada Rosenfeld, bir anayasal özne olarak halkın kimliğine odaklanırken; Jacobsohn daha çok anayasanın kimliğine odaklanmıştır. Rosenfeld’e göre, anayasal kimlik, bir ulusun/halkın anayasa ile ifade edilen, belirlenen ve şekillendirilen özel, inşa edilmiş, kolektif kimliğidir. Jacobsohn’a göre, anayasal kimlik, bir ulusal düzende anayasal gelişimi ve değişimi açıklamak için kullanılan bir araçtır. Bu çalışmada anayasal kimliğin farklı tanımlamalarının yanı sıra, Mahkeme içtihatlarındaki kullanımlarından hareketle, kavramın üstlendiği düşünülen işlevlerine ve özel öneminden dolayı Avrupa Birliği (AB) anayasal kimliğine de yer verilmektedir. Teorik çerçevenin aktarımının ardından Türkiye üzerine de bir değerlendirme yapılmaya çalışılmaktadır.
Tandoğan, Hasan Selçuk: “Otorite ve Meşrui̇yet Yapılarının Karizmatik Liderliğe Etkileri”, Toplum Ekonomi ve Yönetim Dergisi, C. 6, No: 1, 2025, s. 1-18.
Öz
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetiminin temel kavramları arasında olan otorite ve meşruiyet yapıları sosyal bilimlerin birçok alanının inceleme konusu olmuştur. İktidar ve yönetim sistemleri tarih içerisinde değişirken meşruiyet ve otorite yapılarının da değişimler gösterdiği ancak kurucu unsurlar olarak bu yapıların işlevsel olarak varlıklarının kalıcı olduğu görülmüştür. Sosyal ilişki ve iletişimin hemen her yönünde olduğu gibi yöneten ve yönetilen ilişkilerinin tarih boyu değişiminde de bu kavramlar merkezi bir rol oynamıştır. Yönetim yapısında ise devletin ortaya çıkışını ve işleyişini izah etmek, değerlendirmek ve eleştirmek gibi amaçlarla bu kavramların kullanımları yaygın bir içeriktir. Yönetimin görünen unsuru ise lider statüsüdür. Liderlerin günümüze de yansıyan en önemli özelliklerinden biri de karizmatik yapıları olmuştur. İnsanları etrafında toplayan bu karizmatiklik yapısı, ortaya çıkışı ve içerikleri itibariyle toplumsal değer ve kurumlardan ayrı düşünülemez. Bu çalışma içerisinde toplumsal yapının kurucu parçaları olan meşruiyet ve otorite kavramları ile onun en belirgin görünümü olarak ele alınan karizmatik liderlik üzerine etkileri ele alınacaktır.
Ünlübaş Özkan, Büşra: “Feminist Hak Mücadelesine Queer Bir Bakış Açısı”, Eskişehir Barosu Dergisi, No: 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Özel Sayısı, 2025, s. 66-70.
Öz
“Queer” kavramı son dönemlerde popüler kültürün yarattığı televizyon şovları dahil bilimden sanata, günlük hayat pratikleri dahil pek çok farklı alanda karşımıza çıkmaya başlayan yeni bir kavramdır. Peki ne anlama geliyor queer? Oxford sözlüğe baktığımızda; “queer” in kelime anlamı olarak garip, normal olmayan olarak tanımlandığını görmekteyiz.2 Cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle eşcinselleri, transları aşağılamak amacıyla kullanılmaya başlanan bu kavram, sonrasında onur (pride) kavramıyla çok da özdeşleşen bir şekilde LGBT+ hareket tarafından sahiplenilerek bizzat hareketin kendisi tarafından kullanılmaya başlanmıştır...
Yaşar Ümütlü, Ayşe : “Algoritmik Adalet: Uluslararası Hukukta Yapay Zeka Hakimliği”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 33, No: 1, 2025, s. 777-815.
Öz
Yapay zekâ (YZ) teknolojileri hukuk sistemlerinde giderek daha fazla kullanılmaktadır. Bu durum, uluslararası hukuk bağlamında yapay zekâ hâkimlerinin kullanılması fikrini gündeme getirmiştir. YZ hâkimleri, tarafsızlık, hız ve hukuki tutarlılık gibi avantajlar sunarken; adil yargılanma hakkı, hesap verebilirlik ve etik sorunlar açısından ciddi riskler taşımaktadır. Bu çalışma, YZ hâkimliğinin uluslararası hukuk açısından avantajlarını ve dezavantajlarını, insan hakları bağlamında detaylandırarak incelemektedir. Çalışmada, YZ’nin tarafsızlık ve verim-lilik açısından sağlayabileceği faydalar ele alınmakta, ancak empati eksikliği, algoritmik önyargılar, siber güvenlik tehditleri ve hukuki hes-ap verebilirlik sorunları nedeniyle tamamen otonom bir yargı sisteminin riskleri vurgulanmaktadır. Sonuç olarak, YZ’nin hukuki süreçlerde yardımcı bir araç olarak kullanılması önerilmekte, ancak nihai kararların insan hâkimler tarafından verilmesi gerektiği savunulmaktadır.